Yaz mevsimini çok sevenlere bile kışı özleten bir aydır ağustos. Hele ki yaşadığınız şehir Mersin’se çöken ağustosun sarı sıcağı dayanılması güç bir hal alır. Böyle havalarda Mersin’de kendinizi ya bir deniz kıyısına ya da Toros Dağları’nda serin bir yaylaya atmanızda fayda vardır. Aslında bu sıcaklarda yapılacak alternatif etkinlikler de var. Kanyon, şelale ve göl gezileri gibi.
Ağustos’un bu dayanılmaz sıcağında, Mersin’de çok da bilinmeyen Lamas Kanyonu’nun kaynağını oluşturan Aksıfat bölgesini görmek için, doğaseverlerle yola koyulduk. Kanyonun “Kayacı Vadisi” olarak bilinen kısmı kadar popüler olmayan bu parkur daha yeni yeni keşfedilmeye başlandı. Kanyona ulaşmak için öncelikle Erdemli’den 35 km kuzeye giderek 1335 metre yükseklikteki Avgadı Yaylası’na ulaştık. Günümüzde “Aydınlar” adıyla anılan yayla gerçekten serin bir yer. Bu öyle güzel bir serinliktir ki mola verdiğiniz kahvehaneden kalkasınız gelmez.
Avgadı’dan sonra sırasıyla Güzeloluk, Harfilli ve Güneyli köylerinden geçtik ve Sarıaydın’a ulaşmadan toprak bir yola saparak parkurun başlangıcı olan Aksıfat’a ulaştık. 14 kilometrelik bir yürüyüşle Sarıaydın Köyü’ne ulaşacaktık. Zorlu bir yamaçtan inip kendimizi vadide bulduk. Toroslar üzerinde bulunan Yüğlük dağından (2476) doğan Lamas çayı aslında Susama, Evdilek ve Akçay kollarının birleşmesiyle oluşur. Üzerinde Aksıfat Barajı yapılan çay dağlardan yolunu bularak Limonlu yakınlarında Akdeniz’e dökülür. Baraj yapımı sulama ve elektrik üretimi için belki bir zorunluluktur ama bunun milyonlarca yıldan bu yana kendi halinde tüm doğallığıyla akan çayın ve kanyonun doğal yapısını ve görünümünü bozmadan gerçekleşecek bir çözümü var mıdır acaba? diye insan sormadan da edemiyor.
Cennetten bir köşeyi andıran gizemli ve otantik kanyonun bazı yerleri, iki yüz metre yüksekliğe ulaşan, iki tarafı dik duvarlara benzeyen yüzeylerle karşımıza çıkıyor. Yine bazı yerlerde kanyon öyle daralıyor ki kollarınızı açarak kanyonun iki yüzeyine temas edebilirsiniz. Geçeceğiniz bu noktalarda oldukça dikkatli olmanız gerekiyor. Kanyon boyunca su borularının üzerinde yürünebilirken bu dar noktada kanyonun yüksek duvarlarından şelale benzeri oluşumlarla düşen suyun yosunlanıp kayganlaştırdığı borulardan da geçmek mümkün olmuyor. Böyle bir yerden ancak kayalara bağlanan ip yardımıyla geçiş mümkün hale geliyor. Bu denli riskli yerler de bazılarımıza heyecan bazılarımıza da korku veriyor.
Kanyonda ilerlerken sadece yürüyüşe odaklanır, çevrenize dikkatle bakmazsanız inanın çok şey kaçırırsınız. Yeşil çayırlıklar, doğal mağara oluşumları, asırlık ardıç ağaçları, çayın içerisindeki balıklar ve bir tabloyu andıran kanyon duvarları bunlardan sadece bir kaçı. Rüzgarın esintisinin eksik olmadığı kanyonun en keyifli yönü de önünüze her an sürpriz bir şekilde çıkan doğal havuzlar. Bunlardan birisini anlatmadan geçemeyeceğim. Kayaların üzerinden tatlı bir eğim yaparak şelale görünümüne kavuşmuş çay, suyun şiddetiyle zamanla etrafı kayalarla çevrili bir havuza dönüştürmüş. Şelaleden akan su, havuzda üç - dört metre derinliğe ulaşmış. Daha da ilginci, kuvvetli akan su, kayaların arasından küçük bir boşluk yaratarak ön tarafta başka bir havuzun oluşumunu sağlamış. O boşluktan suya karşı yüzerek, bu doğal güzelliğin içine dahil olmak ve oluşan şelalenin serin sularının altına girip akan suyla bütünleşmek gezinin benim açımdan en güzel anlarıydı.
Parkurun son çeyreğine gelindiğindeyse, sizi karanlık bir kaya aralığından şiddetle akan, buz serinliğinde bir kaynak suyu karşılayacak. Bu kaynaktan içeceğiniz su tüm yorgunluğunuzu alacaktır. Biraz daha yürüdüğünüzde kanyonun dik duvarlarının, yerini yeşil bir bitki örtüsüne bıraktığını göreceksiniz. Artık 1330 rakımlı, kanyon vadi içinde yer alan Sarıaydın’ın evlerinin damı da görünmeye başladı. Çayın sağında ve solunda yer alan ve bir dehlizi andıran kavak ağaçlarının gölgesinde köye ulaştık. Silifke’ye 65, Mersin’e 100 kilometre uzaklıktaki köyün tam ortasından geçer Lamas çayı. Gezimizin bu son noktasında çayın serin sularının kıyısında, huzur içinde piknik yapan insanlarla karşılaştık. Yemyeşil bitki örtüsü içindeki Sarıaydın’ın insana mutluluk veren doğasıyla gezimizi tamamladık.
Doğanın içinde gezerken insan düşünmeden edemiyor. Bu güzelim doğayı gelecek nesillere ulaştırabilecek miyiz acaba? Her geçen gün kıyısından, köşesinden yıkıma uğrattığımız doğa, daha ne kadar direnebilir insanoğlunun acımazlığına? Aslında doğa bizden bir koruyuculuk da istemiyor. Hani demiş ya ünlü filozof Diyojen Büyük İskender’e “Gölge etme başka ihsan istemem” diye. Doğanın beklentisi belki de budur biz insanoğlundan. “Doğa, en küçük bir çaba harcamadan ve mükemmel bir kusursuzlukla en basit maddeden son derece farklı şeyler yaratıyor; hepsinin üzerine de ince bir tül örtüyor. Yarattığı her bir parçanın kendine has özellikleri, her bir durumun ayrı açıklaması var ama sonuçta hepsi birlikte bir bütünü oluşturuyorlar.” Dilerim Alman doğabilimci Goethe’nin sözleri ışık olur biz ölmeyecek gibi yaşayan fanilere.