Öğrendiklerimizi gündelik hayatımıza uyarlamak ve bizden sonraki nesillere aktarmak oldukça önemlidir. Fakat bunu yaparken, yaşadığımız coğrafya ve içinde bulunduğumuz toplumda hiçbir şekilde kabul görmüyor ya da etki edemiyorsak, doğru yolda olduğumuzu da söyleyemeyiz. Ne kadar okursak okuyalım, öğrendiklerimiz bizden öteye gitmiyorsa, hayatımızın kısalığı kadar anlamlıdırlar. En olumsuz koşullarda bile öğrenilen bilgiler aktarılabilir/aktarılmalıdır. Bu sebeple "beni kimse anlamıyor" ya da "insanlar cahil" gibi bahanelere sığınmamak gerekiyor. Platon'un mağara alegorisinde zincirlerinden kurtulan insanın, öğrendiklerini aktarmaya çalışırken; diğerleri tarafından yalancılıkla, sahtekarlıkla suçlandığını hatırlayalım. Kurtulan kişi aynı zamanda umudu da temsil eder. Çünkü kendisi yapabildiyse, başkaları da yapabilir. Israrla, bıkmadan, usanmadan, belki küçük ama emin adımlarla ilerleyerek, fakat asla durmadan ve inancımızı kaybetmeden mücadeleye devam etmeliyiz. En karamsar anlarda bile şöyle düşünebiliriz; tüm insanlığın faydasına olacak, doğruluk ve bilgeliğin kime zararı olabilir? Bunu kim neden istemesin? İnsanları sömüren kötü kişiler istemeyebilir belki, fakat bu kişilerin sayısı da oldukça azdır. Geri kalan kişiler aslında oldukça kalabalıktır, fakat kendileri bile bu durumun farkında değildir. Gözleri bağlı, kulakları tıkalıdır. Bu demek değildir ki kör ve sağırdırlar. Tabii ki bazıları için iş işten geçmiştir, geri dönüşü yoktur ama çoğunluk için geçerli değildir bu. Ayrıca her zaman, bir sonraki nesil taptaze gelecektir. Yapılması gereken sadece onlara doğru yolu göstermek ve biraz da iteklemek olacaktır. En geri kalmış toplum bile, zaman geçtikçe yavaş yavaş da olsa ilerlemeye mecburdur. Kimi toplumlarda bu ilerleyiş yavaş, kimilerinde hızlıdır. Fakat hepsinde zorunludur. Bu yüzden olumsuz düşünmeye hakkımız yoktur. İşte felsefenin ışığı, tam da burada bize meşale olacaktır.
“Çocuklarınızın zeki olmasını istiyorsanız, onlara masal okuyun. Daha zeki olmalarını istiyorsanız, onlara daha fazla masal okuyun.” der, Albert Einstein. Okuma, her yaşta kazanılabilicek bir alışkanlık olmakla birlikte, en etkili şekilde çocuklukta kazanılır ve dallanıp budaklanarak gelişir. Masallarla başlayan bu süreç, çocuğun hayal dünyasının gelişmesini, merak etmesini ve yeni ufukları düşlemesini sağlayacaktır. Çocuğun içinde yanmaya başlayan bu ateş, bir süre sonra hiç durmayacak bir yangına dönüşecektir. Hayatının bir parçası olacak okuma ihtiyacı, her zaman öğrenme ihtiyacını da kamçılayacak bir etken olacaktır. "Çocuklara daha iyi bir dünya bırakmak yerine, dünyaya daha iyi çocuklar bıraksanız sorunlar kendiliğinden çözülecek aslında." der Aziz Nesin. Hepimizin geleceğinin iyiliği minvalinde düşünürsek, yatırımımızı çocuklara yapmak en doğru hamle olacaktır. İlgisizce işe gidip gelmek, okula gönderip derslerine çalışmalarını söylemek veya ceplerine harçlıklarını koymak değildir yapılması gereken. Böyle yapanlar, çocukları için uğraşıp didindiklerini, hatta onlar için hayatlarını feda ettiklerini söyleyebilirler, hatta buna inanabilirler de. Fakat gerçek bu şekilde değildir. Böyle yaparak ne kendimize, ne de onlara bir fayda sağlayamayız. Çocuklarımıza güzel bir gelecek bırakmak adına, oradan oraya sürüklenmek yerine; onlara iyiyi, güzeli, erdemli olmayı öğretip okuma sevgisi aşılarsak; çok daha etkili bir yol izlemiş oluruz. Bu şekilde büyüyen ve gelişen çocuk, ilk olarak kitapların o uçsuz bucaksız dünyasına adım atacak; masallardan, öykülerden, romanlardan başlayarak; sanata, tarihe, matematiğe, diğer bilimlere ve en nihayetinde felsefeye yönelecektir. Kimisi sanatçı olacak; kimisi de edebiyat, matematik, tıp gibi alanlara yönelecektir. Alanlar ve meslekler kişiye göre değişkenlik gösterecektir. Fakat hepsi öğretmen olacaktır. Meslek olarak yapılan öğretmenlikten bahsetmiyorum tabii ki. Kastettiğim şey; bu şekilde büyüyüp gelişen her bireyin, birer öğretici olarak gelişeceğidir. İşte felsefe yapmaktan kastım, tam olarak budur. Felsefe; soru sormak, sorgulamak, öğrenmek ve aktarmak işidir. Sistemi aileden başlayarak, tüm bir hayat boyunca devam edecek şekilde dizayn edersek; bir filozoflar yönetimine geçiş yapabiliriz. Bu konuyu, bilinen anlamından farklı olarak kullandığım için detaylandırmak istiyorum.
Filozoflar yönetimi, bilinen adıyla aristokrasi; bir yönetim biçimidir. Fakat tarihte hiçbir yerde, ne yazık ki tam anlamıyla uygulanamamıştır. Benim bahsedeceğim filozoflar yönetimi ise, bu genel tabirden daha farklı ve de uygulanabilirdir. Yönetimsel olarak olmasa da eğitim anlamında güzel örnekler tarihte mevcuttur. Antik Yunan'daki felsefe okullarını bunlar arasında gösterebiliriz. Bunlara benzer toplumsal fayda ve gelişimi arttıracak modelleri günümüzde de desteklemeliyiz. Bizde denenen köy enstitüleri, dönemin şartları düşünülünce bu minvalde atılan bir adımdır. Tabii ki buralarda filozoflar yetişmiyordu, fakat gerçekçi bakmak da gereklidir. Toplumumuzdaki cehalet ve bilgisizlik o kadar uzun yıllardır devam ediyor ki bir anda büyük bir sıçrama hayalperestlik olur. Bu sebeple küçük ve emin adımlarla, sistematik bir şekilde ilerlemeliyiz. Finlandiya'daki eğitim sistemi gibi yenilikçi adımlar da örnek olarak alınabilir. 'Beyaz Zambaklar Ülkesinde' kitabını okuyanlar ne demek istediğimi daha iyi anlayacaklardır. Çocukların yarış atı gibi ve ezbere dayalı bir şekilde değil, ilgi alanlarına göre yönlendirilmesi sağlanmalıdır. İlk çocukluk yıllarında oyunun önemi ve geliştirici etkisinin, verilen derslerden daha önemli olduğu unutulmamalıdır. Belli şeylerin papağan gibi tekrar edilmesi yerine masallar, hikayeler okunmalı ve çocukların hayal dünyasının gelişmesinin önü açılmalıdır. Her çocuk spor, resim ve müzik gibi alanlarla iç içe büyütülmelidir. Belirli kalıplar içerisinde sıkıştırılmamalı, 'şunu çiz', 'bunu çal' diye değil; kendi isteği doğrultusunda ve yaratıcılığını ortaya çıkaracak şekilde ilerlemesi sağlanmalıdır. Buna benzer olarak, her yaştan insanlar için de okullar açılmalıdır. Felsefe ve sanat eğitimi verilmelidir örneğin. Zorunluluk değil, gönüllülük esasıyla; karşılıklı anlayış, saygı ve dayanışma içerisinde, aktif bir öğrenme ve paylaşım sistemi yaratılmalıdır.
Çocuklar, yetişkinler, yaşlılar yani kısacası her birey, bu şekilde bir eğitim ya da öğretim sürecinden geçerse; toplumsal iyileşme her alanda kendini göstermeye başlayacaktır. Okuma ateşiyle yoğrulmuş bir gençlik, sömürge olmaktan kurtulmuş bir ülkeyi de beraberinde getirecektir. Eğitim sisteminin bu şekilde dizaynından sonra yeşeren milyonlar, her alana olumlu anlamda etki edecektir. Doğaya, hayvanlara, insanlara saygılı; başka fikirlere ve inançlara açık dimağlardan oluşacaktır toplum. Böylelikle inançlar, etnik sınıflar ve siyasi ideolojiler, sömürü aracı olmaktan çıkacaktır. Okumanın ışığında yetişen bir gençlik, kısa bir süre sonra çoğunluğu da oluşturacak ve sonrasında gelecek nesilleri de bu şekilde eğitecektir. Benim hayalimdeki filozoflar yönetimi, işte tam olarak böyledir. Felsefe ile ilgilenen ya da filozof olan kişiler tarafından yönetilmek değil, herkesin filozof olma çabası ile oluşacak bir toplumun kendi kendini yönetmesidir. O yüzden beyaz çarşaf ve sandaletlerle sokakta gezen insanlar canlanmasın gözünüzde. Eğitimli, saygılı, öğrenmeye ve okumaya aç, öğrendiklerini öğretmeye hevesli, soran ve sorgulayan bireylerden oluşan bir toplumdur hayalimdeki. Günümüz dünyasında filozoflar yönetimi bu şekilde olmalıdır. Aksi takdirde, tarihin bize kanıtladığı gibi; kişi ve gurupların yönetimi belli bir süre sonra yozlaşmaya mahkumdur. Ülkeyi bir kral, bir gurup filozof da yönetse, ya da çoğulcu bir demokrasi de olsa; bu kişilerin bilgili ve ahlaklı olması doğrultusunda iyi bir yönetim şekillenecektir. Böyle bir ülkede, bir süre sonra kötü bir kral, kendisine filozof diyen yozlaşmış kişiler ya da cahil çoğunluk yönetimi ele geçirebilir. Bu sebeple, her bireyi bu seviyeye yükseltmek ana hedefimiz olmalıdır. Emin olun bu bir ütopya değildir ve gayette mümkündür. Fakat disiplinli ve sistematik bir şekilde, bıkmadan ve usanmadan çalışılmalıdır. Günümüz dünyasına bakacak olursak, İskandinav ülkeleri bu dediğime yakın bir yaşayış içerisindedirler. Bu ülke örneklerine bakarak da, söylediklerimin gerçekçi hedefler olduğunu varsayabiliriz. Yapılması gereken istikrarlı ve geniş çaplı bir eğitim atılımıdır. Bunun için izlenmesi gereken yol, çok ama çok basit bir formülle anlatılabilir. 'Okumak, okumak ve okutmak!'