‘Bizim topraklarda kibarlıkla salaklık eş değer sayılır.o nedenle net olacaksın!’ Bu söz yerli bi diziyi izlerken aklıma takıldı. Üzerine düşündükçe de farklı anlamlar yüklendi. Bizim topraklarda kibarlık, nezaket.. Gerçekten dünya bir yana bizim toplumumuz bi yana…Eğer birine yol veriyorsanız, “teşekkür ederim” diyorsanız, iki dakika sabrediyorsanız, büyük ihtimalle “enayi” damgasını yersiniz. Oysa bu tutumun temelinde bir yanlış anlaşılma değil, bizzat yerleşmiş bir değer yargısı var: Sessizsen güçsüzsün, kibar davranıyorsan bir şeylerden korkuyorsun.
Toplum olarak “yüksek ses”i hâlâ “haklılık” sanıyoruz. İnsanların birbirine bağırarak konuştuğu, trafikte sinirle kornaya basmanın iletişim biçimi sayıldığı bir yerde, nazik davranmak çoğu zaman zayıflık göstergesi kabul ediliyor. Oysa kibarlık bir zekâ göstergesidir; özdenetimin, kendine güvenin ve karşısındakine saygının ürünüdür.
Ama gelin görün ki burada işler başka türlü yürür. İki kişi tartışırken sakin kalan değil, en çok bağıran kazanır. Toplantılarda fikrini nazikçe dile getiren değil, masaya yumruk vuran “karizmatik” bulunur. Uslubunu bozmadan eleştiren değil, hakaret eden “gerçekçi” sayılır. Sanki nezaketle konuşmak, fikir sahibi olmanın önünde bir engelmiş gibi…
Oysa nezaket yalnızca yumuşak bir dil ya da güler yüz değildir; bir anlamda karşımızdaki insanın haklarına saygı duymaktır. Onun zamanına, alanına, fikrine, varlığına gösterdiğimiz özenin adıdır. Toplum olarak birbirimizin haklarını gözetmeyi öğrenmediğimiz sürece, kibarlığı da gerçek anlamıyla içselleştiremeyiz. Çünkü kibarlık temelde “ben varım ama sen de varsın” diyebilmektir. Trafikte şerit vermekle, birinin sözünü kesmeden dinlemek arasında aslında büyük bir bağ vardır: İkisi de karşındakine “senin de hakkın var” demenin yoludur.
Aslında her şey çocukken başlıyor. Nezaketi bir zayıflık değil, bir erdem olarak öğretebilirsek, gelecek kuşakları bu çarpık anlayıştan kurtarma şansımız olur. “Ezilme, altta kalma” diye büyütülen bir çocuk, doğal olarak önce kendini savunmayı değil, üstün gelmeyi öğrenir. Oysa “lütfen”, “teşekkür ederim” gibi basit kelimeler bile bir toplumun iletişim dilini baştan şekillendirebilir. Nezaket, öğretildiği ve örnek alındığı sürece gelişen bir davranıştır. Bu da önce evde başlar, sonra okulda pekişir, sokakta görünür hale gelir. Çocuklarımıza kibarlığın bir güç biçimi olduğunu anlatmak zorundayız. Çünkü yarının toplumunu, bugün onlara ne öğrettiğimiz belirleyecek.
Sinirlenince bağırmak kolaydır, ama sinirlendiğinde hâlâ insan gibi konuşabilmek asıl meziyettir. Biz kibarlığı yeniden tanımlamak, ona hak ettiği değeri vermek zorundayız. Yoksa sokaklar, ekranlar, hatta evler bile bağıranların egemenliğinde kalmaya devam edecek.
Ve en çok da, haklı olup da sadece üslubunu bozmadığı için haksız sayılan insanlar kaybedecek.