Yılın en anlamlı günlerinden biri olan 1 Mayıs, sadece bir takvim yaprağı değil; emeğin, dayanışmanın ve adalet arayışının simgesidir. İşçiler, memurlar, beyaz yakalılar, mavi yakalılar, gün doğmadan uyanıp hayatı ayakta tutan tüm emekçiler... Bu gün, onların günüdür.

1 Mayıs’ın kökeni, 1886 yılında Amerika’nın Chicago kentinde başlayan işçilerin sekiz saatlik iş günü talebiyle gerçekleştirilen büyük greve dayanır. Grev sırasında yaşanan Haymarket Olayı, işçi hakları mücadelesinin dönüm noktası olmuştur. 1890’dan itibaren 1 Mayıs, dünya genelinde emekçilerin birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanmaya başlanmıştır. Türkiye’de ise ilk kez 1923 yılında kutlanan 1 Mayıs, zaman zaman yasaklansa da işçi sınıfının vazgeçmediği bir simge haline gelmiştir. 

Bugün hâlâ emeğin değeri gerektiği gibi teslim edilmemektedir.  Asgari ücretin açlık sınırının bile altında kaldığı bu günlerde, geçim derdi işçilerin en yakıcı sorunudur. Kimi çalışanlar üç işte birden çalışmakta, kimi aldığı maaşı kiraya yetiştirememektedir. İstanbul’da bir belediye işçisinin "Evime ekmek götürebilmek için mesaiye kalıyorum ama çocuklarımı göremiyorum," sözü hafızalara kazınmıştır. Sadece maddi değil, duygusal bir yıpranma da söz konusudur.

Öte yandan, bazı sektörlerde sendikal örgütlenmenin önüne set çekilmeye çalışılması, iş güvencesini daha da zayıflatmaktadır. Ancak bu karanlık tabloda bile mücadele sürdüğünü görmekteyiz. Metal işçisinin grevi, sağlık çalışanlarının talepleri, öğretmenlerin atama çağrıları... Her biri, emek mücadelesinin güncel ve diri olduğunun göstergesidir.

Ancak emeğin sesi her zaman gerektiği gibi duyulmuyor. Bunun sorumluluğu sadece siyasetçilere ya da işverenlere ait değil; zaman zaman sendikalara da düşmektedir. Ne yazık ki bazı sendikalar, emekçinin hakkını savunmak yerine siyasetle fazla iç içe geçerek, koltuk hesaplarının parçası hâline gelmektedir. İşçinin alın terinden güç almak yerine, bürokratik düzenin konforunda kaybolan bu yapılar, mücadele ruhunu zedelemektedir. Sendika demek, susmak değil; gerektiğinde haykırmak demektir. Gerçek sendikal mücadele, yalnızca yönetici masalarında değil, fabrikalarda, hastanelerde, okullarda, sokakta hayat bulur.

Ancak 1 Mayıs aynı zamanda umudun adıdır. Her yıl meydanlarda bir araya gelen kalabalıklar sadece haklarını hatırlatmaz; geleceğe dair bir ortak hayali de dile getirir. Daha adil, daha eşit, daha insanca bir yaşam talebi yükselir sokaklardan. Bu sesin gücünü unutmamak gerekir.

1 Mayıs, yalnızca bir tatil günü değil. Bugün, emeğe saygının, dayanışmanın ve mücadele ruhunun diri tutulduğu gündür. Bu bilinçle, 1 Mayıs’ı kutlamak bir gelenek değil, bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu bu yıl da taşımış olan tüm emekçileri kutluyorum. 

Atatürk'ün de söylediği gibi: "Türk milleti çalışkandır. Bu milletin çalışkanlığı, ona mutlaka zaferi, refahı ve huzuru getirecektir." Emeğin gücüyle daha aydınlık bir geleceğe adım atabiliriz. Bu nedenle emekçilerin huzurlu, mutlu ve kendini güvende hissettiği yarınlarda yaşamak dileğimizle…