Türkiye'nin uluslararası sözleşmeler karşısındaki durumunu ise şu şekilde özetlemek mümkündür. Türkiye, 'Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi'ni 1961 tarihinde onaylamıştır. 1967 yılında ise, Cenevre Sözleşmesi'nden ayrı olarak 'Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Protokol'ü de imzalamıştır. Ancak Türkiye, Cenevre Sözleşmesi ile düzenlenen coğrafi sınırlama ilkesini sürdürme yolunu seçmiştir. Türkiye'de bu kavramlar '2014 tarihli, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nda düzenlenmiştir. BU KANUNA GÖRE TÜRKİYE; AVRUPA DIŞINDAN GELENLERİ MÜLTECİ OLARAK KABUL ETMEMEKTEDİR. Ülkemizde, Avrupa dışından gelenlerin üçüncü ülkeye yerleştirilinceye kadar, şartlı mülteci statüsünde geçici olarak Türkiye'de kalmalarına izin verilmektedir. Uluslararası koruma arayan yabancılar Türkiye'ye adım attıklarında 'mülteci veya şartlı mülteci statülerini' almak için başvurmaktadırlar. Bu kişilerin statüleri verilene kadar kendilerine 'uluslararası koruma başvuru sahibi' denilmektedir. TÜRKİYE HUKUK SİSTEMİNDE SIĞINMACI KAVRAMI YOKTUR. BU NEDENLE; TÜRKİYE'DEKİ SURİYELİLER 'GEÇİCİ KORUMA' STATÜSÜNDEDİRLER. GEÇİCİ KORUMA: Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen ve haklarında bireysel olarak uluslararası koruma statüsü belirleme işlemi yapılamayan yabancılara sağlanan koruma şeklinde tanımlanmaktadır. Buna göre; 6458 sayılı yasa kapsamında yayınlanan Geçici Koruma Yönetmeliği gereğince; Suriye'den Türkiye'ye gelen 'kayıt altındaki' kişilerin hukuksal statüleri 'Geçici Koruma' statüsüdür. Bu kişiler bireysel bir prosedür olan 'şartlı mülteci statüsü' için başvuru yapamazlar. Yasal ve doğal olarak bu kişilerin kendi ülkelerinden bizim ülkemize gelmelerine neden olan tehdit ortadan kalktıktan sonra bu kişilerin kendiliğinden kendi ülkelerine geri gitmeleri veya gönderilmeleri gerekmektedir. Ancak bizim ülkemizde kimi Suriyelilere çeşitli vesilelerle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı verilmektedir. Böyle bir uygulama öteki Suriyeliler için özendirici olmaktadır. Bugün geldiğimiz noktada, Türkiye'deki Suriyelilerin hemen hemen tamamına yakını Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını elde etmek ve bu şekilde çifte vatandaşlık haklarından yararlanabilmek için büyük bir çaba sarfetmektedirler. Afgan göçmenlerin durumu ise daha farklıdır. Bunlar, düzensiz göçmen statüsündedirler. Bu nedenle, Uluslararası Hukuka göre, Türkiye'nin bunları hiç bekletmeden sınır dışı ederek geldikleri ülke olan İran'a gönderme hakkı bulunmaktadır. İçinde yaşadığımız şu günlerde üzerinde çokça konuşmaya başladığımız göç olgusu, insanlık tarihi kadar eskidir. Bir başka söyleyişle insanlık tarihi bir yönüyle de göçler tarihi olarak tanımlanmaktadır. Bazı göçler, tarihte silinemeyecek derin izler bırakmıştır. Tarihin akışının değişmesine neden olmuştur. Tarihte bilinen en eski yerleşim yerlerinden birisi olan Kadim Anadolu da tarih boyunca çok çeşitli göç olaylarına sahne olmuştur. Günümüzde karşı karşıya kaldığımız Suriyelilerin Türkiye'ye yapmış oldukları göç hareketleri de tarihteki en büyük göç hareketlerinden birisidir. Türkiye'ye bunlardan başka, başta Afganlar olmak üzere çok çeşitli Orta-Doğu ülkelerinden de göçler olmaktadır. Ayrıca, yabancılara konut satışı yoluyla verilen vatandaşlık sayısı da 100 bini aşmıştır. Bu göç hareketlerinin ve yabancılar politikasının nasıl sonuçlar doğuracağını elbette ki tarih yazacaktır? Planlı bir şekilde karşılanamayan, kayıt ve kontrol altına alınamayan göçlerin yıkıcı etkileri olabilmektedir. Göçler, başta ekonomik olmak üzere, çok çeşitli siyasal, yönetsel, sosyal, kültürel ve ahlaki sorunlara ve bazı asayiş sorunlarına neden olabilmektedir. Milli gelirden kişi başına düşen payın azalması nedeniyle yoksullaşmayla sonuçlanabilmektedir. Türkiye'nin bugüne kadar, dünya gerçeklerine uygun, ülke ve toplum çıkarlarını gözeten, planlı, sistemli, tutarlı ve uzun vadeli bir göç ve göçmen politikalarını geliştirememiş olması; çok önemli ve çok büyük bir eksiklik olarak karşımıza çıkmaktadır. Başta bulunan AKP İktidarı, bazen yabancıları ülkelerine göndereceğini, bazen de ensar olarak bunların tamamını ülkemizde misafir edeceğini açıklamaktadır. Böylece, çelişkili ve ikircikli bir politika izlemektedir. Bazen de hangi amaca hizmet ettiği belli olmayan 'Briket Ev' gibi palyatif çözümlerden bahsedilmektedir. Kamuoyunda, yabancıların ülkelerine gönderilmeleri konusunda çok büyük bir beklenti oluşmuştur. Ancak, bu konu çok hassas bir konudur. Konuyu bahane ederek ırkçı, şoven ve faşizan yaklaşımların gelişmesine ve uluslararası hukukun gösterdiği yolların dışına çıkılmasına asla izin verilmemelidir. İşte, bu ve benzeri nedenlerle, işe öncelikle bu göç, göçmen ve mülteci politikalarının oluşturulmasıyla başlanmalıdır. Başta Afgan göçü olmak üzere ülkemize yönelik olan tüm göç hareketleri kontrol altına alınarak durdurulmalıdır. Yoksa, bu çeşit göç hareketlerinin ortaya çıkarabileceği ekonomik ve sosyal sakıncaları ortadan kaldırabilmek için çok uzun yıllar boyunca uğraşmak zorunda kalmamız, boşu boşuna çok büyük kaynaklar harcamamız ve ağır bedeller ödememiz kaçınılmaz hale gelebilecektir.