Günümüz beklentilerine göre çok erken sayılacak bir yaşta evlendim ve bir yazımda dile getirdiğim gibi kırk beş sene bitti,  kırk altı seneden yemeye devam ediyor. Bu süreç içinde birçok arkadaşımın, kardeşlerimin, akrabalarımın, çocuklarımın ve de arkadaşlarımın çocuklarının evlenmelerine ve bu kurumu sürdürmelerine tanık oldum, oluyorum.

Tüm bunlar bana, evlenme ve evlilik kurumu hakkında zaman zaman kalem oynatma cesareti veriyor.

Bu yazı da onlardan biri.

Sosyal, ekonomik ve kültürel bir kurum olan ailenin kurulma süreci birçok ülkede, kültürde değişik olmakla birlikte, neredeyse ortak özelliği birçok töreni içermesi ve finalin de evlenme töreniyle yapılmasıdır.

Evlilik, başta soyun devamını sağlamak ve diğer temel cinsel ve iktisadî ihtiyaçları gidermek için erkek ile kadın arasında toplumun onayladığı bir birlik olarak tanımlanabilir. Toplumun en küçük sosyal birimi olarak kabul edilen evlilik kurumu; eksik ve doğa karşısında güçsüz olan insanın, sosyal bir varlık olarak mevcudiyetini koruyup sürdürebilmek için evrimsel basamakta en üste tırmanmış korteksinin yarattığı birçok üründen biridir dersek pek itiraz eden olmaz sanırım.

Canlıların en güçlü içgüdülerinden biri soyunu sürdürme, yani üreme içgüdüsüdür. Memeli hayvanlar sadece hormonlarının belirlediği dönemlerde rastlantısal cinsel ilişki sonucu ürerler. Bu dönemlerde erkekleri yoğun bir yarışma beklemektedir. Daha sonra dişinin erkeğe pek ihtiyacı kalmaz ve dişi, doğurduktan kısa bir zaman sonra yoğun bir bakım istemeyen yavrusunu erkeksiz büyütebilir.

Diğer memelilerin tersine insanda yetişkin erkek ve kadın üreme dönemlerine bağlı kalmaksızın her zaman cinsel ilişkiye hazırdır. Bunun getirebileceği karmaşa ve yoğun rekabetin oluşturacağı çatışma ve de enerji kaybı yanı sıra yavrunun uzun süre beslenip korunma gerekliliği evlilik kurumunu özellikle avcı toplayıcı dönemden sonra avantajlı hale getirmiştir.

İnsan yavrusunun eksik doğduğu bilinen bir gerçektir. Hayata ilk çığlığı bastıktan sonra daha en az 6 yıl yoğun bir bakıma ihtiyacı vardır.

Evrimin üst basamaklarına tırmanan ve avcı toplayıcı dönemden itibaren sosyal bir varlık olarak yaşamını sürdüren insan, eksik doğan yavrusunu anne bakımına vermiştir.

Avcı toplayıcı topluluklarda anneler uzun süre enerjisini ve dikkatini bebeklerine verirken çevrelerindeki ot ve kökleri toplayarak beslenmeye katkı sunarken, babalar topluluktan uzaklaşma olanağını değerlendirerek avladığı hayvanlarla eşlerinin ve yavrularının beslenmesinde üstlerine düşeni yapmışlardır.

Avcı toplayıcılıktan tarım toplumuna, oradan sanayi ve ardından bilişim toplumuna doğru gelişmesini sürdüren insan, bedelini çok karmaşık ilişki ağları yaratarak ödemiştir.

Evlilik kurumu da bu ekonomik, sosyal ve kültürel ilişki ağlarından nasibini almış, ekonomik bir birim olması yanı sıra dayanışma, kayırılma gibi sosyal gereksinimleri de karşılamıştır. Bununla kalmamış sosyal topluluklar hatta devletlerarası ittifaklara yol açarak siyasal alanda da etkisini göstermiştir.

Endüstri toplumuna gelene kadar yaşamda vazgeçilemez bir kurum olan aile, en az iki kuşaktan ve birden fazla aileden oluşan geniş aileler olarak varlığını sürdürmüştür.

Böyle olunca evlilik iki kişinin özel tercihi olmasının çok ötesinde toplumsal bir kurum olmuştur. Bu da bir toplumsal ağa ve belirli toplumsal süreçlere dahil olmak anlamına gelmektedir. Bu yüzden evliliğe uzanan süreçte kültürden kültüre değişebilen pek çok aşama, tören, armağan değişimi ya da bedel devreye girmektedir.

Kimin kiminle evleneceğinden tutun da kız istemeye, söz, nişan gibi törenlerin nasıl yapılacağına; drahoma, çeyiz, başlık parası, takı gibi değişimlerin kurallarına kadar birçok şeyi kapsayan ve ülkesine, bölgesine, kültürüne göre değişen bu süreçler; evlilik törenleriyle, ülkemizde ise çoğu bu törenin bir türü olan düğün ile sonlanmakta ve böylece evlilik kurumu başlamaktadır.

Sağlam bir aile kurumunun, güçlü bir hanenin yaşama geçmesi amacıyla yapılan tüm bu işlemler, toplumun sıkı gözetiminde ve desteğinde gerçekleştirilmektedir.

Toplumun evlilik için koyduğu normlara ve değerlere uyum konusunda gösterdiği hassasiyet, denetim ve gözetimine denk düşerken; düğünlerde verilen hediyeler de bu kuruma verdiği desteği göstermektedir.

Endüstri toplumuyla birlikte geniş aileler, çekirdek aileye oradan da anne-çocuk, baba-çocuk gibi ‘yarım’ aileye dönüşmeye başlamıştır. Arada bir yerde olan ülkemizde geniş aileler kısmen varlığını sürdürürken çekirdek aileler ağırlıklarını hissettirmektedir.

İnsanın ihtiyaçları toplumu oluşturur ve onu yönlendirirken, bir süre sonra, belki de eşzamanlı denecek kadar kısa bir zamanda toplumun ihtiyaçları da insanı yönlendirir olmuş ve aralarındaki dinamik ilişki birçok şeyi etkilediği gibi evlilik kurumunu da etkilemiştir.

Dijital çağda, ışık hızına göz diken işlem hızları hayatı da hızla değiştirmektedir. İnsanın, toplumun, tabiatın bundan nasıl etkileneceğini, analog çağda kalmış zihnimizin kestirmesi pek mümkün gözükmüyor…

Tabii ki evlilik kurumunun neye evirileceği üzerine söz söylemek de bana düşmüyor.

Ayvalık / 12. 02. 2024