Bir yanda artan cezalar, diğer yanda binlerce kişiye açılan kapılar. Devlet, bir elinde cop, öteki elinde anahtarla topluma yön veriyor. 10. Yargı Paketi, iktidarın toplumla kurduğu ilişkinin kodlarını açığa çıkarıyor. Kimi bastırmak, kimi serbest bırakmak istediğinin ilanı.
Suça teşebbüste daha ağır yaptırımlar öngörülüyor, kasten yaralama fiillerinde alt sınır yukarı taşınıyor, infazlar yeniden kurgulanıyor. Aynı anda yaklaşık 20 bin kişiye özgürlük yolu açılıyor. “Düzen” adına. Bu düzen neyin düzeni?
Türkiye bir süredir hukukla sınırlı kalmayan, daha çok bir ruh hâline dönüşen bir yönetim tarzı içinde savruluyor. Belirsizlikten beslenen, güven duygusunu sürekli aşındıran bir hâl. Cezalar, bu ruh hâlinin dili olmuş durumda. Kimi zaman bireye, kimi zaman topluma gösterilen bir sopa; kimi zaman yalnızca varlığını hissettirmek için sallanan bir gölge.
Dikkat çekici olan düzenlemelerin geliş zamanı. Seçimler geride kalmış, meydanlar boşalmış, muhalefet kabuğuna çekilmiş, umut neredeyse fısıltıya dönüşmüşken devreye giriyor bu yeni dalga. Devlet sanki, “şimdi herkes susmuşken ben yeniden konuşabilirim” dercesine adım atıyor. Ve konuşuyor da: Tahliyelerle af arasında salınan binlerce insana “şans” sunuyor, ama aynı anda toplumun tamamına cezanın serin nefesini hissettiriyor.
Bu hamleler, iktidarın yalnız baskıya dayalı olmadığını, bir başka stratejiyle hareket ettiğini gösteriyor. Gramsci’nin işaret ettiği gibi, yönetim sadece zorla ayakta kalmaz; rıza da üretir. 10. Yargı Paketi, işte bu ikili oyunun güncellenmiş bir yansıması. Bir yandan “kadına şiddete karşı tavizsiziz” diyerek meşruiyet sağlanıyor, diğer yandan infazlarda genişlemeye gidilerek cezaevlerinin yükü hafifletiliyor. Bazı grupların elini rahatlatan, bazılarının sırtına yeni yükler bindiren bir yapı kuruluyor. Hepsi aynı anda, ustaca.
Sokaklar ise bambaşka. Gençler işsizlik sarmalında, kadınlar şiddet korkusuyla, işçiler yoksullukla boğuşuyor. Adaletin sertleştirilen yüzü, halkın giderek azalan güveniyle çarpışıyor. Çünkü artık kimse adaleti hukuki metinlerde değil, yaşadığı çevrede, tanık olduğu adliyelerde, duyduğu tahliye haberlerinde tartıyor. Güvensizlik büyüyor, beklentiler yerle bir.
10. Yargı Paketi, satır aralarında devletin kimi kontrol etmek, kimi gözden çıkarmak istediğini ilan ediyor. Bir yandan korku pompalanıyor, öte yandan “bak, dokunmadım” denilerek bir lütuf gösteriliyor. Böylece güç, yalnız baskıdan değil, beklenen bir iyilikten de besleniyor.
Türkiye şu anda, ne tümüyle baskı toplumuna, ne de özgürlükçü bir düzene ait. Arada kalmış, gerilimle şekillenen, sürekli değişken bir denge hali hüküm sürüyor. Bu denge, bir tercihin değil, artan ekonomik daralma, büyüyen toplumsal huzursuzluk ve zayıflayan kurumsal yapının dayattığı bir zorunluluk. Kırılgan ve geçici.
Dengeler çöktüğünde, ne yeni tahliyeler ne de ağırlaştırılmış cezalar toplumu susturmaya yeter. Çünkü sopayı da anahtarı da aynı elde tutanlar bilir; o el titremeye başladığında, sessizlik ilk çöken olur. Ezilen her sessizlik, büyüyen bir itirazdır; ses vermek için doğru anı bekleyen.