2025 Türkiye’sinde İstanbul’un göbeğinde ellerinde “şeriat istiyoruz” pankartlarıyla bağıranların, Leman Dergisi'nin bir karikatürünü bahane ederek ortalığı yangın yerine çevirmesine tanık olduk. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, bu çağdışı gösterilere polis müdahalesi de olmadı tabii ki. Aynı polis, geçtiğimiz ay Boğaziçi’nde LGBTİ+ bayrağı açan öğrencilere tomayla girişmişti. Gezi'de yerlerde sürüklenen kadınları da unutmadık. İşçilere biber gazı, kadınlara cop, gazetecilere ters kelepçe var. Fakat sıra cübbeli sarıklılara, “kan dökeriz” diyen cihatçılara gelince, devletin kolu birden tutuluyor nedense.
Leman Dergisi'nin yayımladığı son karikatür, derginin de açıkladığı üzere bir hakaret ya da dini içerikli bir tasvir içermiyor. Ne var ki, 2025 Türkiye’sinde sanat hala en büyük suç, dinci öfke ise dokunulmaz. Neymiş efendim peygamberleri karikatürleştirmişler. E açıklama yapılıyor, bahsedilen şahısların peygamberlerle veya herhangi bir dini figürle ilgilerinin olmadığı üzerine. İsimler Muhammed ve Musa! Ee bu isimleri kullanmak suç mu? Peki polis? Bir kenarda bekliyor. Tıpkı Sivas’ta Madımak Oteli ateşe verilirken bekledikleri gibi.
Sivas'ın Ateşi Sönmedi: Aynı Sloganlar, Aynı Sessizlik
2 Temmuz. 1993’te 33 aydın, sanatçı, yazar ve ozan Sivas’ta Madımak Oteli’nde yakılarak katledildi. Üzerinden 32 yıl geçti ama o gün kullanılan cümleleri bugün yine duyuyoruz. O zaman da “Şeriat gelecek, zulüm bitecek” diyorlardı. Bugün de aynısını bağırıyorlar. Yine “kahrolsun laiklik” sloganları duyuluyor. Ve yine polis izliyor.
Madımak Oteli'nin önünde toplanan kalabalığı hatırlayalım. Devletin güvenlik güçleri oradaydı. Her şeyi gördüler. Her şeyi duydular. Ama hiçbir şey yapmadılar. Aynı sahneyi bugün yeniden izliyoruz. Yer farklı, aktörler farklı ama senaryo birebir aynı. 1993’teki olaylarda kalabalığın içinden yükselen o ürkütücü sözler hâlâ kulaklarımızda: “Yakın, yakın, otel ateşe verilsin”, “Sivas laiklere mezar olacak” Bugün sosyal medyada Leman Dergisi için benzer söylemler dolaşıyor: “Kan akacak”, “Sabredin, İslam gelecek”, “Bu daha başlangıç”. Kimse kusura bakmasın, laiklik bu ülkenin teminatıysa, bu teminata karşı söylenen her söz, atılan her adım, Sivas’ta bırakılan küllerin üzerinde yürümektir.
AKP ile Yükselen Gerici Dalga
Bu ülkede her şeyin sorumlusu olarak laikliği gören bir iktidar mevcut. 2002’den beri dini sembolleri, dini referansları ve din adamlarını kullanarak siyasetin baş tacı eden bir iktidar var. Diyanet’e ayrılan bütçe diğer tüm bakanlıkların toplam bütçesiyle neredeyse aynı. İmam hatipler ülkenin her yanını sarmış, tarikatlar ve cemaatler ülkenin her kurumuna sızmışken; gericilik yalnızca kıyafetle, sakalla, başörtüsüyle değil; zihniyetle de kurumsallaşmıştır. Ve bu kurumsallaşma, bugün şeriat isteyen grupların cesaretinin dayanağını oluşturmaktadır.
Karikatürden Kıyamete: Bir Ülke Nasıl Yozlaşır?
Karikatürle başlayan linç, zamanla kitapla, şarkıyla, tiyatroyla devam eder. Önce dergi yakarlar, sonra tiyatro sansürlerler, sonra kadınların kahkaha atmasını “edep dışı” bulurlar. Ve bir sabah uyanırsınız, ülkeniz İran, Afganistan olmuş. Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Aydınlar nerede? Sanatçılar neden suskun? Akademi neden geri çekildi? Madımak’ta yitirilenlerin anısına düzenlenen etkinlikler, birkaç sendika ve birkaç vicdanlı insan dışında kimin umurunda? Medya, “iki taraf da dikkatli olmalı” gibi eşitleyici ve sorumluluk paylaştırıcı bir dille durumu yumuşatıyor. Oysa ortada iki taraf yok. Ortada hedef alınan bir yaşam biçimi, bir düşünce sistemi, bir anayasal hak var. Bir yanda laikliği savunanlar, diğer yanda “laiklik kalksın” diyenler. Bu iki tarafı eşitlemek, en hafif tabiriyle entelektüel utançtır.
Madımak’tan Ders Alınmadıysa Tekerrür Kaçınılmaz
Bugün yaşananlar, münferit değil. Leman Dergisi meselesiyle gün yüzüne çıkan gericilik, yalnızca bir taş değil; bir duvarın parçası. Eğitim sistemindeki çöküşle, hukukun siyasal vesayet altına girmesiyle, medyanın susturulmasıyla birlikte örülen bu duvar, Türkiye’yi Ortadoğu’nun karanlık rejimlerine yaklaştırıyor. Şayet bu zihniyete karşı sessizlik sürerse, Türkiye; düşüncenin değil, hurafenin konuştuğu, yasaların değil, fetvaların uygulandığı, sanatın değil, sansürün hüküm sürdüğü bir üçüncü dünya ülkesi olur. Hem de kendi rızasıyla!
Laiklik bir devlet politikası değilse, toplum laik yaşamı savunmazsa, aydınlar korkar ve sanatçılar susarsa... Bu ülke karikatürden korkanların, kitap yakanların, kadın sesinden rahatsız olanların insafına bırakılırsa; karanlığa doğru sürüklenir. Ve o karanlık, sadece fikirleri değil, çocuklarımızın geleceğini de yutar. Bugün susarsak, yarın konuşacak bir dil bulamayabiliriz. Çünkü o dil de ya yakılmış olur ya da susturulmuş!