'Ne kadar meşgul olduğunu düşünürsen düşün, okumak için zaman ayıramazsan cahilliğe teslim olursun' der Konfüçyüs. Haklıdır da. Cehalete teslim olmak ya da savaş açmak tamamen bizim tercihimiz. Çoğu zaman vaktimizin olmadığından yakınırız. Gerçekten öyle mi? Düşünün; telefonumuzla, televizyon karşısında ne kadar vakit geçiriyoruz. Teknoloji karşıtlığı yapmıyorum. Tabi ki bu aletlerin hayatımızdaki yeri önemli. Fakat bağımlılığı da eleştirmeliyiz.

Kitap okumak, bize hep boş zamanlarımızı değerlendirme aktivitesi olarak gösterildi. Boş zamanlarında ne yaparsın sorusuna verilen cevaplar arasında 'kitap okurum' mutlaka vardır. Okuma ile ilgili temel sorunumuz bu. Kitap okuduğumuz zamanları boş vakit olarak görürsek, okuduğumuz kitapların da yeterince etkisi olmaz. Okumak; kendimizi bulmak, tanımak ve geliştirmek için yapabileceğimiz, yapmamız gereken en önemli eylemdir. Böyle bir eyleme nasıl boş vakit geçirme aktivitesi diyebiliyoruz. Yemek, uyumak gibi temel ihtiyaçlar için nasıl vakit ayırma gibi bir plan yapmıyorsak, aynı durum kitap okumak için de geçerli olmalı. Okumak temel bir ihtiyaçtır. Yeter ki bu alışkanlığı kazanalım. Sonrasında ne kadar yoğun olursak olalım, okumaya vakit bulamama gibi bir sorunumuz olmayacak. İşe giderken, bir şeyler içerken, mola vakitlerinde, uyumadan önce kendimizi okurken bulacağız.

Teknolojinin hayatımızın her alanına etki ettiği bu dönemde bilgiye ulaşmak her ne kadar kolay görünse de aslında öyle değil. Bilgi kirliliği her alana sinmiş durumda. İnsanlar okumak, araştırmak, sorgulamak yerine kolaya kaçıyor. İnternet sitelerinden, sosyal medya hesaplarından, televizyondan gördüğü, duyduğu içerikleri bilgi, kendini de bilgili sanıyor. Bu bir sanrı. Çünkü bilge insan biliyorum demez. Etrafımızda bilmiyorum diyen kaç kişi görüyoruz. Herkes her şeyi biliyor ve her konu hakkında bir fikre sahip. Halbuki 'Bilgi sahibi olmak yalnızca bir şeyin doğru olduğunu bilmek değil, aynı zamanda öteki seçeneklerin niçin yanlış olduğunu da bilmektir' der Alain de Botton. Maalesef yeterince sorgulama yapmıyoruz. Kesin doğrular ve kesin yanlışlar var hayatımızda. Bunlar üzerine karşı bir fikir, görüş duymak bile sinirlenmemize neden olabiliyor. Halbuki doğru bilgiye şüphe ile yaklaşmak bize bir şey kaybettirmez aksine daha da emin olmamızı sağlar. Peki neden sorgulamıyoruz ve neden sorgulayan insanlara karşı tavır alıyoruz? Kendimize sormamız gereken sorulardan biri de bu.

Sevdiğimiz, inandığımız, desteklediğimiz her şeyin taraftarlığını yapıyoruz. Bunun sonucunda ortaya büyük bir iletişim sorunu ve çatışma çıkıyor. Her alanda bunu görmek mümkün. Spor müsabakalarında, siyasette, insan ilişkilerinde sürekli bir çatışma hali mevcut. Belki komik gelecek ama en basit zevklerde bile birbirimizle kavga edebiliyoruz. Çay mı, kahve mi? Yaz insanı mısın, kış insanı mı? Kişisel zevklerimizin bile yılmaz savunucularıyız ve bizimle aynı şekilde düşünmeyen herkese cephe almaya hazırız.

İşte bu yüzden okumalıyız. Okuyan insan sorgular, sorgulayan insan ise körü körüne bağlanmaz. Hepimiz okumaya temel yaşam ihtiyacı olarak bakarsak ve gelecek nesillere bunun önemini aktarabilirsek her şey kendiliğinden düzelecek aslında. Kendimize, dünyaya ve geleceğimize pozitif anlamda yön verebilmek için en önemli misyonumuz bu olmalı.Yazımı Victor Hugo'nun şu sözüyle bitireyim. 'Okuma ihtiyacı barut gibidir, bir kere tutuşunca artık sönmez.'