2 Nisan 1967'de İstanbul'da lüks bir hayatın içinde doğdu ve boğaz manzaralı bir yalıda büyüdü. 1985'te Londra Harrow School'dan mezun oldu. Sonrasında Rice Üniversitesi'nde işletme üzerine lisans eğitimi aldı ve Harvard Üniversitesi İşletme Fakültesi'nde yüksek lisansını tamamladı. Bahsettiğim kişi ülkenin en zengin ailesine mensup Ali Koç. Kendisinden daha iyi şartlarda yetişmiş ve eğitim almış kişi sayısı oldukça azdır. 2018 yılında Fenerbahçe Spor Kulübü'ne başkan olduğunda; sadece kendi taraftarlarını değil, sporla ilgilenen neredeyse herkesi heyecanlandırdı. Peki gelinen noktada ne görüyoruz? Böylesi bir insanın bile, gözlerimizin önünde holigana dönüşme sürecini.

Geçtiğimiz günlerde Galatasaray Spor Kulübü 2023/2024 sezonu şampiyonu oldu. Kıyasıya bir rekabetin yaşandığı lig, Galatasaray'ın 24. şampiyonluğuna ulaşması ile son buldu. Galatasaray camiasını ve taraftarlarını kutlarım. Buraya kadar her şey gayet normal. Fakat anormal olan o kadar çok şey var ki birçok insan futboldan elini eteğini çekmeye başladı. Özellikle son yıllarda iyice körüklenen spordaki nefret dili, adeta gündelik konuşma dilinin yerini aldı. Futbolcuların, teknik direktörlerin, spor yöneticilerinin, kulüp başkanlarının sağa sola küfürler/hakaretler yağdırması son derece sıradan bir hal aldı. İlk aklıma gelenlerden birkaç örnek vereyim. Galatasaray başkan vekili Erden Timur'un "Bu ligi bitirtmeyiz." şeklindeki açıklamaları. Ali Koç'un hakemleri hedef gösteren "Nerede görürseniz tepki gösterin, AVM'de görürseniz tepki gösterin, fotograflarını çekin" şeklindeki açıklamaları. Ali Koç'un "Bizden birisi çıkıp da federasyondan birini tokatlarsa şaşırmayın." şeklindeki açıklamaları ve Okan Buruk'un oğlu için "ötekinin çocuğu" diyebildiği çirkin üslubu. Fenerbahçe Olağanüstü Kongresi için statta toplanan binlerce kongre üyesinin, terör örgütü liderleri ile aynı slogan içerisine konulan Galatasaray'ın kurucusu Ali Sami Yen'e küfür etmeleri. Ankaragücü başkanının bir futbol maçı sonrası sahaya girip, hakem Halil Umut Meler'i linç etme girişimi. Rizespor başkanının "Silahım olsa hakemi vururdum." şeklindeki açıklamaları. Trabzon-Fenerbahçe maçında sahaya giren seyircilerin futbolculara saldırması ve futbolcuların kontrol altına alınmış kişilere orantısız güç uygulaması. Okan Buruk'un şampiyonluk kutlamalarındaki küfürlü tezahüratı. Bunlara ek, onlarca benzer örnek sayabilirim. Ülkede sporun geldiği nokta bu şekilde. Konuya Ali Koç üzerinden girme sebebim; bu denli köklü bir aileden çıkmış ve bunca iyi eğitim almış birinin, nasıl bu derece bir holigana dönüşebiliyor olmasından kaynaklı. Taraftarları ve sporcuları bir kenara bırakıyorum. Çünkü futbolcular genel olarak iyi eğitim almış kişiler değil ve maçlardaki yüksek tansiyondan dolayı saldırganlaşabiliyorlar. Her ne kadar şiddetin hiçbir türünün kabul edilebilir olmamasına rağmen, söz konusu futbolcular ve taraftarlar olunca bir nebze anlayabiliyorum. Fakat spor yöneticilerini, kulüp başkanlarını, spor yorumcularını anlayamıyorum, anlamayacağım da...

Durum öyle bir hal aldı ki ülkenin birleştirici gücü olması gereken futbol, artık insanları ayrıştırmaya başladı. Herkes birbirine çekinmeden terörist, şikeci, hırsız yakıştırmaları yapabiliyor. Bu şekilde gelecek nesilleri de kaybediyoruz ve farkında değiliz. Yeni nesil futbola ilgi duymuyor. Neden duysunlar ki? Sürekli bir kaos ortamı, kavga, dövüş, hakaret, küfür... Futbolcuların özel hayatına, teknik direktörlerin çocuklarına varana dek büyüyen bir nefret dili. Okan Buruk'un, İsmail Kartal'ın oğlu, İcardi'nin, Dzeko'nun eşi... Teknik, taktik yerine bunlar konuşuluyor.  Nedir bunların futbolla bağlantısı? Birinin ailesine laf atmayı, onları taciz etmeyi normal kabul etmeye başladık. Bizim taraftan değilse sorun da etmiyoruz. Bu ve benzeri şeyleri eleştirince, 'siz de şunu yapmıştınız' şeklinde savunmalar, karşı söylemler duyuyorsunuz. Farkında değil misiniz, ülkecek nasıl bir bölünme yaşadığımızın? Keyif aldığımız şeyleri tek tek kaybediyoruz. Rakip takım taraftarları ile iletişim kuramıyoruz mesela. Kazanan kaybedenlerle dalga geçerdi, karşılıklı gülüp eğlenilirdi. Artık ya karşılıklı hakaretler ediliyor ya da kaybeden taraf susuyor. Ortak bir paydada buluşmıyoruz. Ülkenin neredeyse her köşesinde, o bölgede hangi takımın taraftarı fazla ise diğer takımların orada sevinmesine izin vermiyor ya da vermemeye çalışıyor. Bunu da övünülecek bir şey olarak görüyor ve anlatıyorlar. Ülke siyasetinin toplum üzerinde uyguladığı ayrıştırma ve ötekileştirme dili, ne yazık ki birleştirici gücümüz olan spora da girmiş durumda. Maalesef ki güzel olan her şey, göz göre göre yok ediliyor. Ve sadece futbol da değil. Dünyada birinci sırada olduğumuz voleyboldan da bir örnek vereyim. Milletler Ligi için ABD'ye seyahat eden Filenin Sultanları, ekonomi sınıfında yolculuk ediyor mesela. İki metreye yakın sporcular, 13 saat boyunca tıkış tıkış yol gidecekler. Bu ayıp da bize yeter. 'Biz voleybol ülkesiyiz' diyoruz ama dünyada bizi başarıyla temsil eden sporcularımıza bırakın özel uçak tahsis etmeyi, business class ile uçmalarını bile sağlayamıyoruz. Bence bu da bilinçli yapılan bir şey maalesef. Çünkü voleybol, ülkecek bizi birleştiren bir güç olma yolunda ilerliyor. Bu sebeple de yıkılması gerekiyor. Bizi ortak bir noktada toplayan her şeye yaptığımız gibi. Bir ara sporcuları cinsel yönelimleri üzerinden yıpratmaya çalıştılar, şimdi ise bu şekilde bıktırmaya yönelik uğraşlar veriliyor. Ülkecek bizi bir araya getiren, getirmesi muhtemel olan ne varsa yıkmaya, bozmaya ant içmişiz gibi. Durmak yok, yola devam!