Her sabah bir kadının daha öldürüldüğü bir ülkede uyanmak, sadece bir acıya değil, aynı zamanda toplumsal bir çöküşe tanıklık etmektir. Her biri ayrı bir hayat, ayrı bir hikâye olan kadınlar; kimi zaman eski eşleri, kimi zaman sevgilileri, kimi zaman ise "seviyorum" diyen bir yabancı tarafından öldürülüyor. Geriye ise çoğunlukla siyah beyaz bir fotoğraf, birkaç satır haber ve unutulmaya mahkum edilmiş bir adalet süreci kalıyor.
"Kadın Cinayeti" Ne Demek?
"Cinayet" kelimesi, bir insanın diğerini öldürmesidir. Ancak "kadın cinayeti", sıradan bir suç değil, cinsiyet temelli, sistematik ve politik bir şiddet türüdür. Kadın cinayetleri, erkek egemen zihniyetin, kadını "sahip olunabilir" bir varlık olarak görmesinin, kadının yaşam hakkını ikinci plana atan toplumsal yapının sonucudur. Bu cinayetler; bir anlık öfkenin, "sevgi kıskançlığının" değil, kökleşmiş bir zihniyetin ürünüdür.
İstatistikler Mi Dediniz?
İstatistikler, çoğu zaman duyguları öldürür. Ama kadın cinayetlerinde sayıların kendisi bile yürek burkar. Türkiye'de her yıl yüzlerce kadın, sırf "hayır" dediği için, boşanmak istediği için, kendi hayatına dair karar vermeye çalıştığı için öldürülüyor.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun verilerine göre, sadece son yıllarda bile yüzlerce kadın hayattan koparıldı. Üstelik bu sayı, medyaya yansımayan vakalarla birlikte çok daha yüksek olabilir. Bazı ölümler "şüpheli intihar", "faili meçhul" ya da "aile içi mesele" başlığı altında görünmez kılınıyor.
Toplumun Sessizliği: Suç Ortaklığı mı?
“Komşular hiçbir şey anlamamış”, “Mahallede çok sessiz biriydi”, “O kadının da dili pek uzundu”... Bu sözler, neredeyse her kadın cinayetinin ardından duyduğumuz cümleler. Çünkü toplum olarak sessiziz. Çünkü görmezden gelmek, yüzleşmekten kolay. Çünkü kadının acısı hâlâ "özel mesele" olarak görülüyor.
Sessizlik, bir tür onaydır. Sessiz kalan toplum, şiddetin büyümesine, kök salmasına zemin hazırlar. Kadınların çığlığı, sadece bağırmakla değil, dinlenerek anlam kazanır. Ama biz hâlâ kulaklarımızı tıkıyor, gözlerimizi başka yöne çeviriyoruz.
Adalet mi? Kadına Yok!
Birçok kadın cinayeti davasında, faillerin “iyi hal indirimi”, “kravat taktığı için ceza indirimi”, “tahrik indirimi” gibi akıl almaz gerekçelerle cezaları hafifletiliyor. Kadının nasıl giyindiği, kimle görüştüğü, saat kaçta dışarıda olduğu sorgulanıyor; failin niyeti "anlaşılmaya" çalışılıyor.
Oysa adalet, yaşam hakkını savunmakla başlar. Ölenin değil, öldürenin yargılandığı; mağdurun değil, failin sorgulandığı bir hukuk düzeni olmadan hiçbirimiz güvende değiliz. Çünkü bir kadına yapılan adaletsizlik, aslında bütün topluma yapılmış bir saldırıdır.
Kadınlar Direniyor Ama Yalnızlar
Bunca karanlık içinde umut var mı? Var. Kadınlar susmuyor. Meydanlarda, mahkeme salonlarında, sosyal medyada, evlerinde, sokakta... Her yerde “Yaşamak istiyoruz!” diye haykırıyorlar. Ama seslerini duyan çok az.
Kadın mücadelesi, sadece kadınların sırtına yüklenemez. Erkeklerin, hukukçuların, öğretmenlerin, ailelerin, medyanın, yani tüm toplumun ortak sorumluluğudur bu mücadele.
Yaşamak Haktır
Bir kadın daha “Ben ölmek istemiyorum” dediğinde, bu cümle sadece onun çığlığı değil, toplumun en karanlık aynasıdır. Biz o aynaya bakmadan, utanmadan, yüzleşmeden hiçbir şey değişmeyecek.
Kadın cinayetleri; kader değil, fıtrat değil, münferit hiç değil. Bu, organize bir suskunluk, toplumsal bir ihmalkârlık ve sistematik bir şiddetin sonucudur. Ve biz susarsak, yarın bir başka kadın, bir başka sokakta, bir başka haber başlığında eksik kalacak.
O yüzden:
"Bir kişi daha eksilmeye tahammülümüz yok."