Toplum olarak yıllardır bize öğretilen bir hikâye var: “Bir gün biri gelecek ve seni tamamlayacak.” Masallarda, filmlerde, şarkılarda hep bu senaryo anlatıldı. Sanki biz, tek başımıza eksik birer parçaymışız gibi. Sanki bir başkasının gelişiyle bütünleşecekmişiz gibi... Oysa gerçek sevgi, birinin seni tamamlaması değildir. Gerçek sevgi, kimseye rağmen kendini eksik hissetmemendir.

İnsan, kendi iç dünyasında sağlam durabildiği ölçüde sevebilir. Kendi değerinin farkında olan, yalnız kalabilen, kendisiyle dost olabilen biri, bir başkasına gerçekten sevgi sunabilir. Çünkü o sevgi, ihtiyaçtan değil, paylaşmaktan doğar. Yalnızken mutsuz olan biri, bir ilişkiye huzur değil beklenti taşır. Beklentiyle başlayan her bağ, zamanla yük haline gelir.

Gerçek sevgi; senin ne giydiğine, nasıl göründüğüne, kaç mesaj attığına değil, içindeki sessizliğe kulak verip seni sen olduğun için kabul eden bir duygu biçimidir. Sahip olmaya değil, tanımaya çalışır. Yarışa değil, uyuma inanır. Birlikte büyümeye, gelişmeye ve öğrenmeye alan tanır. Çünkü tamamlanmak değil, çoğalmaktır amacı.

Modern ilişkilerde bu derin anlam sıklıkla unutuluyor. Sevgi, beğeniyle, tutku, kontrolle karıştırılıyor. Sosyal medyada görünen kalabalık mutluluklar, içsel boşlukları saklayamaz hale geliyor. İnsanlar sevgiye değil, kendilerini unutmaya ihtiyaç duyuyor. İşte bu noktada hatırlamamız gereken şey şu: Gerçek sevgi bir lüks değil, bir emek meselesidir. Ve o emek önce kendimize gösterilmelidir.

Kendini tanı, kendine değer ver, kendi hayatını kur. Sonra biriyle yolun kesişirse, bu tamamlanmak değil, birlikte yürümek olur. O zaman sevgi, yük değil, kanat olur.