Günlük yaşamın alışılagelmiş ve tekdüze koşuşturmacaları arasında, pek çok güncel sorunun üstesinden gelmek için didinip dururken; zamanın o geriye döndürülemez ve hep ileriye doğru akışı içerisinde farkına varmadan; bir de bakmışsınız ki, bütün bu rutin ve tekdüze yaşam döngümüze nokta koyacağımız ve günlük yaşantımızı, birkaç günlüğüne de olsa farklı bir programla ve farklı etkinliklerle sürdüreceğimiz bayram günleri gelip de çatıvermiş. Bildiğiniz gibi, önümüzdeki 05 Haziran Perşembe günü arife ve 06 Haziran Cuma günü ise Kurban Bayramı başlıyor. Tabii bayramın yaklaşmasıyla birlikte kullanmaya başladığımız bir de bayram jargonumuz var. Yıllardır kullandığımız bu jargondaki bazı kavramların, gerçek anlamları çeşitli sözlük ve ansiklopedilerde özetle şu şekilde açıklanıyor. Bayram sohbetlerinde sıklıkla kullandığımız Arefe ya da arife sözcüğü, Arapça kökenli dinsel bir kavramdır. Aslında tam da Kurban Bayramı’yla ilgilidir. Aslen hicrî kamerî Zilhicce ayının 9’uncu Gününe arefe günü adı verilmektedir. Ve bugün Kurban Bayramı'ndan önceki, ”terviye günü”nden (Hac ibadetinin aşamalarından biri olan Arafat vakfesine çıkışın başlangıç vakti olan zilhicce ayının 8’inci gününe verilen ad) sonraki güne verilen addır. Ancak zamanla, bu sözcüğe yüklenen anlam değişmiş ve Ramazan Bayramından bir önceki gün için de arefe sözcüğü kullanılır olmuştur. Günümüzde, herhangi bir dinî bayramdan önceki gün olarak tanımlanmaktadır. Bunun yanı sıra aynı “arefe” sözcüğü, herhangi bir şeyden önceki gün anlamında da kullanılmaya başlanmıştır. Antropolojik, sosyolojik ve folklorik açılardan ele alındığında ise bayram kavramının çok önemli toplumsal işlevleri olduğu görülmektedir. Bayram niteliğindeki sosyal etkinliklerin tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. İnsanoğlunun bilinen en eski çağlardan beri, kimi zaman tapınma, kimi zaman eğlenme, kimi zaman kutlama ve belirli günlerin yıldönümlerini kutsama, topluma mal olmuş, popüler kişileri ve önemli olayları anma amacıyla çeşitli sosyal etkinlikler düzenledikleri bilinmektedir. Bu etkinliklere; yerine, zamanına ve niteliğine göre; ayin, ritüel, tören, anma, karnaval, festival, fiesta, faşing, şenlik ve bayram gibi adlar verilmiştir. Türkler, Müslümanlığı kabul etmeden önce, mevsim dönüşümlerini esas alan kimi tören ve şenlikler düzenliyorlardı. Ancak Müslümanlığı kabul ettikten sonra Ramazan ve Kurban Bayramları en önemli bayramlar haline gelmiştir. “Bayram” sözcüğünün kökeni Farsçadır. Ünlü “Divan-ı Lügatü't-Türk” adlı yapıtın yazarı Kaşgarlı Mahmud’a göre “bayram” sözcüğü Farsça “berzem/berzam” sözcüğünden gelmektedir. Berzem, “yiyip içme, konuşup eğlenme meclisi” anlamına gelen “bezm” ile “hoş ve sevinçli” anlamını taşıyan “ram” sözcüklerinin birleşmesinden oluşmuştur. Sözcük zamanla bazı seslerini kaybederek “bayram”a dönüşmüştür. Arapçada ise bayram sözcüğünün karşılığı “i(y)d”dir. Ve bu sözcük “geri dönmek” anlamına gelen “ivd” kökünden gelmektedir. İbnü’l Arabi gibi bazı lügatçiler “bayramın her yıl kutlanması” ile “dönmek” eylemi arasında bir bağıntı kurmuşlardır. İslam dininin kabul edilmesinden önce Mekke ve Medineliler, İranlı Zerdüştlerden aldıkları iki bayramı kutlamaktaydılar. Bunların birincisi, ilkbaharın müjdecisi olan Nevruz ve ikincisi ise sonbaharın habercisi olan Mihrican bayramlarıydı. Bazı rivayetlere göre Hazreti Muhammed, Hicret’in (MS 622) ikinci yılından itibaren bu bayramları şu iki bayramla değiştirdi: Oruçla geçirilen Ramazan ayını takip eden Şevval ayının ilk üç günü kutlanan Ramazan Bayramı ile Hicri yılın son ayı olan Zilhicce ayının 10’uncu gününden itibaren dört gün kutlanan Kurban Bayramı. Bazı yazılı kaynaklarda Orta Asya’da yaşayan Oğuzlar’ın "sevinç ve eğlence günü" karşılığı olarak Arapçada kullanılan "î(y)d" sözcüğü yerine bayram sözcüğünü kullandıkları belirtilmektedir. Türk Dil Kurumu Sözlüğünde ise bayram sözcüğü; Millî veya dinî bakımlardan önemi olan ve özel olarak kutlanan gün veya günler ve sevinç ve neşe olarak tanımlanmaktadır. Kurban Bayramı’na gelince; çoğu kimse, kurban geleneğinin İslamiyet’le birlikte başladığını düşünmektedir. Ancak, Tanrılara ya da bir inanç uğruna çeşitli amaçlarla kan akıtma ritüelleri olarak adlandırabileceğimiz canlıların kurban edilmesi geleneğinin kökenleri de tıpkı bayram kavramı gibi insanlık tarihi kadar eskidir. Çeşitli kaynaklar, dilimizde de yer alan kurban sözcüğünün aslının, Sami Diller grubuna ait bir dil olan İbranice kökenli “korban” sözcüğü olduğunu, oradan Aramice ve Arapça’ya; Arapça’dan da Türkçe’ye “kurban” şeklinde geçtiğini belirtmektedirler. Peki günümüze kadar çok çeşitli değişiklikler geçirerek gelen kurban ritüelinin efsanevi mitolojik öyküsü nasıl ortaya çıkmıştır? Denebilir ki, tanrıya veya tanrılara kurban etme ritüeli, İslam’ın kendine özgü inançlarından birisi değildir. Bu ritüelin, çok daha eski tarihlere, çok tanrılı, pagan dinlere, antik dönemlere kadar dayanan uzun bir geçmişi vardır. İslamiyet öncesi çok tanrılı inançlarda, putperestlikte var olan bazı tapınma şekilleri ve tanrıyla yakınlık kurma davranışları bir şekilde İslam’ı da etkilemiştir. Kısaca özetleyecek olursak; İslam inanışındaki Hazreti İbrahim’in oğlunu kurban etme öyküsü, oğlu İsmail’i, dua edip adak adadığı Allah’a kurban etmesiyle başladığı düşünülen bir ritüeldir. (Haftaya devam edecek)