Yeni Ortaklık mı, Yeni Kriz mi?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dün yaptığı açıklama, Türk siyasetinde taşları yerinden oynatan nitelikteydi. AKP’nin MHP ile olan uzun süredir süregelen ittifakına, bu kez doğrudan adı verilmese de DEM Parti’nin dahil edilebileceğine yönelik işaretler, Türkiye’nin siyasal haritasında alışılmışın dışında bir üçgeni gözler önüne serdi: AKP – MHP – DEM.

Bu tablo, yalnızca güncel siyasetin değil, aynı zamanda yakın tarihimizin de bir yansımasıdır. Ve her üç parti de bu çerçevenin içinde kendi konumunu yeniden tanımlamak zorunda kalacaktır.

Sözler ve Eylemler Arasındaki Çatlak

AKP ve MHP, uzun süredir “millî beka” ve “güvenlik politikaları” etrafında şekillenen bir dil kurmuşken, DEM Parti ise bu politikaların doğrudan hedefi olagelmiştir. Özellikle 2015 sonrası süreçte yaşananlar, güvenlikçi yaklaşımların Kürt siyasi hareketine nasıl kapılar kapattığını ve hatta kriminalize ettiğini hepimize gösterdi.

Bugün bu iki cephe arasında adının konulmadığı yeni bir temasın söz konusu olması, doğrudan siyasi hafızaya çarpıyor. Dün “terörle ilişkilendirilmiş” bir aktör, bugün dolaylı bir meşruiyet zemini kazanıyorsa, burada samimi bir siyasal dönüşüm mü vardır, yoksa iktidar denkleminde bir “zorunlu ortak arayışı” mı?

İhtiyaçlar Üzerine Kurulu Siyaset

Türkiye’de siyaset artık büyük oranda ilkesel değil, işlevsel yürüyor. İktidarlar yalnızca kendilerini ayakta tutacak kadar geniş bir ittifak zemini arıyor. Bu durum, 2017 Anayasa değişikliği referandumundan bu yana daha da netleşti.

MHP’nin ideolojik katkısıyla şekillenen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, bugün oy desteğini koruyabilmek adına çok daha geniş bir alana açılma ihtiyacı hissediyor. İşte bu nedenle, DEM Parti gibi toplumsal tabanı güçlü ama siyasal olarak dışlanmış bir aktörün, yeniden masaya davet edilmesi söz konusu olabilir.

Ancak bu davet, gerçekten bir barış ve demokrasi çağrısı mı, yoksa yerel seçim hesaplarına dayalı bir araçsallaştırma mı?

Güven mi, Görünürlük mü?

Eğer bu süreç, gerçekten Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununda kalıcı çözüm adına samimi bir adım içeriyorsa, tarih bunu kaydedecektir. Ancak eğer bu yalnızca bir “görünürlük” manevrasıysa, yani DEM Parti yalnızca seçimde alınacak oyların aritmetiği için kullanılıyorsa, bu Türkiye’deki toplumsal barış açısından büyük bir kırılma yaratacaktır.

Unutulmamalıdır ki, seçmen artık her şeyin farkında. Şeffaflık talebi artıyor, seçmenin sabrı ise azalıyor.

Siyasal Üçgenin Üç Kenarı Da Keskin

AKP, iktidarını sürdürmek istiyor.

MHP, etkisini kaybetmeden yol almak istiyor.

DEM ise varlığını meşrulaştırmak ve tabanının taleplerini siyaset masasına taşıma mücadelesi veriyor.

Bu üç kenarlı denklem, belki de Türkiye siyasetinde yeni bir sayfa açabilir. Ancak açılacak bu sayfa, ilkesizlikle değil; şeffaflık, samimiyet ve eşit yurttaşlık zeminiyle anlam kazanabilir.

Aksi hâlde, bugün “zorunlu ittifak” olarak doğan bu denklem, yarın toplum nezdinde bir güven krizine dönüşebilir.

Ama her şeyden önemlisi; Türkiye, artık “kiminle ittifak yaptığı” kadar, “neden ittifak yaptığı” sorusunu da duymak istiyor.