1880’li yılların başında Moskova Üniversitesi'nde matematik profesörü olan S. A. Racinski, üniversitedeki kürsüsünden ayrılma kararı alır. Meslektaşları, öğrencileri ve Moskova’nın ileri gelenleri bu olay karşısında oldukça şaşırırlar. Racinski doğup büyüdüğü Tatevo köyüne öğretmen olarak atanmak için, Eğitim Bakanlığı’na dilekçe verir. Geniş ve derin bir bilgiye sahip, matematik alanında yeni teoriler ortaya atmış, birçok kitap yazmış, kitapları Fransızca, Almanca ve İngilizce’ye tercüme edilmiş ışık saçan genç bir profesördür Racinski. İnsanlar çok şaşırdıkları bu gelişmeyi, “Profesör aklını kaçırmış” şeklinde yorumlarlar. Arkadaşları ve meslektaşları ise, “Orta öğrenimini bitirmiş olan her genç senin köyüne öğretmen olarak gidebilir, fakat Moskova Üniversitesi senin gibi bilgini bir daha bulamaz. Bu geniş ve derin bilginle, o ıssız ve karanlık köyde ne yapacaksın? Yüksek kabiliyetini ve parlak geleceğini, korkunç bir uçurumdan aşağı atıyorsun.” diyorlardı.
Profesör Raçinski yine de kararından vazgeçmedi. Bütün bunlara cevap olarak; hepsinin yanıldığını, geniş bilgisi ve kabiliyeti ile halk yığınları arasındaki yetenekleri keşfetmek için köylere gittiğini söylüyordu. Racinski'ye göre; okullarda papağan gibi ezberlemeye yönelik dersler veriliyor, bu sebeple çocukların ruhunda gizli kalmış kabiliyetler keşfedilemiyor ve halk eğitimin nimetlerinden yoksun yaşıyordu. Arkadaşları ve dostları kararından dönmeye ikna edemedikleri profesörle vedalaşırken, “Bu adam mucizeler yaratmak istiyor ama aklında da biraz kaçıklık var galiba.” diyorlardı. Hatta dilekçesini gören Eğitim Bakanı onun için, “Bu adam deli oldu, madem istiyor bir defa tecrübe etsin, nasıl olsa bir yıla kalmaz kendiliğinden geri döner.” diyordu.
Kendi köyüne öğretmen olarak giden Racinski, hiç kimseden yardım görmedi. Hatta pek çok engelle de karşılaştı. Etrafına köylüleri toplayan Racinski, onlara köyün çocuklarını okutmak istediğini söyledi. Köylüler hep bir ağızdan “Sayın profesör biz fakir insanlarız, size verecek paramız yok dediler.” Raçinski ise, “Ben yalnız hizmet etmek istiyorum, sizden para istemiyorum.” şeklinde cevap verdi. Çiftlik ve arazi sahipleri ise, “Köylülerimizin ahlakını bozmaya geldiniz. Köylülerimiz tembeldir, okumayı ne yapsınlar? Milletin okumak gibi bir isteği yok.” diyorlardı. Raçinski köyüne işte böyle bir ortamda ve zamanda gelmişti. Köy okulunun binası ise yıllardan beri bakımsız ve kirli bir haldeydi. Okulun önüne atılan süprüntüler binanın önüne yığılmıştı. Okulun içi temiz değildi. Raçinski bu pislikleri olduğu gibi bırakmayı uygun buldu, yalnız kendi masasını temizledi ve düzene koydu. Üzerine temiz bir örtü örttü ve bir çiçek saksısı koydu. Sınıfta toplanan çocuklar öğretmene ne yapacaklarını sordular. Raçinski “Konuşacağız. Siz beni tanıyacaksınız, ben de sizi.” dedi. Ardından masasının başına geçti, çekmecenin içinden toprak parçası gibi kuru bir şey çıkardı ve çocukların eline verdi. Öğrenciler bunun sert ve ağır bir şey olduğunu anladılar. İçlerinden biri “Öğretmenim bu demir gibi ağır bir şey.” dedi. Raçinski “Evet bu ham demirdir. İnsanlar bu ham demiri madenlerden çıkarırlar ve eriterek temizlerler. Ondan teneke, çivi, balta, pulluk gibi şeyler yaparlar.” dedi ve çekmecesinin içine sakladıktan sonra, “Çocuklar bakın şimdi ne çıkacak.” diyerek masanın gözünden tenekeden yapılmış bir kuş çıkardı. Oyuncağın yayını kurduktan sonra masanın üzerine bıraktı. Oyuncak yürümeye ve kuş gibi sesler çıkarmaya başladı. Bütün çocuklar öğretmenin masasının etrafındaydılar. Yeteri kadar seyrettikten sonra öğretmen onları yerlerini oturtarak “İşte şimdi şurada gördüğünüz oyuncak kuş, az önce size gösterdiğim ham demirden yapılmıştır. O kupkuru taş parçası, şimdi bir kuş olmuş yürüyor ve ötüyor. Birtakım insanlar işte böyle maddeleri alırlar, temizlerler ve işlerler, onlardan çeşitli aletler, makineler ve denizde yüzen vapurlar yaparlar. Başka bir takım insanlar da toprağa gübre katarak işlerler, iyi ve bol ürün alırlar. İşte bu saksıda gördüğünüz çiçek gibi güzel çiçekler yetiştirirler.” dedi.
Bu şekilde Raçinski, insanların nasıl keşifler yaptıklarını birer birer anlatmaya başladı. Kumdan cam, maden kömüründen boya yapıldığını söyledi. Bunları keşfedebilmek için insanların okullarda nasıl okuduklarını, laboratuvarlarda ve fabrikalarda nasıl çalıştıklarını anlattı. Sonra öğrencilere “Haydi şimdi dışarıya çıkın, biraz koşun, oynayın, dinlenin.” dediği zaman, öğrenciler hep bir ağızdan “Öğretmenim biraz daha anlatın, biz koşmak istemiyoruz.” diye yalvarmaya başladılar. Öğretmen “Öyleyse hep beraber temiz havaya, güneşe çıkalım.” dedi. Dışarıya çıktılar. Raçinski, kapının basamaklarının kenarına oturdu. Çocuklar arı kovanı gibi etrafını sardılar. Öğretmen onlara, insanların bataklıkları nasıl kuruttuklarını, kurak ve çorak yerlere kanallarla nasıl su getirdiklerini ve böylece oralarda nasıl güzel bağlar, bahçeler, çayırlar ve verimli tarlalar yaptıklarını anlatmaya başladı. Biraz düşündükten sonra şu sözleri de ilave etti: “Eğer yeryüzünde yaşayan bütün insanlar çalışmak isteseler ve hakikaten çalışmaya başlasalardı yeryüzü bir cennet olurdu.” dedi. Biraz durakladıktan sonra öğrencilere şu soruyu sordu: “Çocuklar benim masamı gördünüz mü? Beğendiniz mi?” Bir öğrenci “Masanızı çok güzel tertip etmişsiniz.” dedi. Öğretmen “Siz de böyle tertipli olmak, sınıfınızı biraz daha düzene sokmak istemez misiniz? Niçin sınıfı kirletiyorsunuz, sıraları kesiyorsunuz, duvarlara yazılar yazıyorsunuz? Hem kendi vücudunuza bakın! Elleriniz, yüzleriniz yıkanmamış, kirden simsiyah olmuş; tırnaklarınız kesilmemiş, saçlarınız taranmamış… Okulunuzun etrafına bir bakın! Her taraf ne kadar da pis! Siz de kendi vücudunuzu temizlemeyi, oturduğunuz yerleri güzelleştirmeyi arzu etmez misiniz?" Bu soruları duyan çocuklar hayret içinde kalmışlardı. Öğretmen sözlerine devam ediyordu: “Burada siz benim yardımcılarım olacaksınız. Ben sizinle birlikte bu köyde temiz ve medeni bir hayatın temellerini kuracağım. Siz henüz işlenmemiş bir maden gibisiniz. Eğer siz de adam olup, bu madeni temizlemek ve işlemek isterseniz; akıllı, uslu ve iyi yürekli olmalısınız.” dedi. Öğretmenin bu sözlerini dinleyen yüzleri parlamış, gözleri alevlenmiş çocuklar: “İsteriz! İsteriz! İsteriz!" diye bağırdılar. Böylelikle okulun temizlemesi ve öğrencilerin üst başları ile başlayan bu temizlik, onların gelişimi ve ülkenin aydınlığı için de yakılan bir meşale oldu.
Raçinski’nin yaşamı Gregory Petrov tarafından “İdealist Öğretmen” adıyla kitaplaştırıldı. Bu kitap 1940'lı yıllarda öğretmen okullarında, köy ve eğitim enstitülerinde, kız ve erkek teknik okullarında okutulan başucu eserlerden biri haline geldi. Nice idealist öğretmenin yetişmesine de katkıda bulundu. Racinski büyük resmi görmüş ve doğru olduğuna inandığı yolu seçmiş; bilgisi ve tecrübesini basamak olarak kullanmak yerine, halkın hizmetine sunmuştur.
Ülkemizde bir dönem kurulan Köy Enstitüleri, bu eğitim atılımına oldukça güzel bir örnektir. Ne yazık ki bu kurumlar, toplumun bilinçlenmesini istemeyen ve sömürü düzenini ortadan kaldıracak her türlü atılıma karşı olanlar tarafından engellendi ve ortadan kaldırıldı. Daha yakın tarihe bakacak olursak; 2000'li yıllar ve sonrasında ise, kırsal kesimlerdeki okulların da birer birer kapandığını/kapatıldığını görüyoruz. Her öğrenci şehir merkezlerine ya da büyükşehirlere göç etmek zorunda bırakıldı. İçi tamamen boşaltılan ve ezbere dayalı eğitim sistemi, öğrencileri birer yarış atı gibi gören eğitimciler ve öğrenim yeri olmaktan çıkıp, sınavlara hazırlık yerine döndürülen eğitim kurumları; ne yazık ki gençlerimizi ve geleceğimizi yitirmemize neden oluyor. Her öğrencinin ilgi alanı ve kabiliyetine göre, içlerinde bulunan cevheri çıkarmaya yönelik bir sistem yerine; kafalarını ezber bilgilerle dolduran ve ortaya ne yapacağını bilmez halde, kafasız tavuklar gibi dolaşan milyonlarca genç çıkaran bir yapı mevcut. Neredeyse hiçbir konu hakkında gerçekten bilgi sahibi olmayan bu yığınlar, büyükşehirlere göç edip asgari ücretle çalışmaya ya da asalak gibi yaşamaya mecbur bırakılıyorlar. Halbuki olması gereken; her çocuğa bulunduğu yerde eğitim vermek, hangi alanla ilgili ve ne konuda başarılıysa ortaya çıkarmak ve öncelikle kendi doğduğu yer için yararlı olmasını sağlamaktır. Böylelikle ülkenin her bölgesi, kendi içinden yetiştireceği cevherlerle kalkınacaktır. Fakat yönetime getirdiklerimiz, kendi çıkarlarını her şeyden önde tuttukları ve sistemin devamı için cahil yığınlara ihtiyaç duydukları için; böyle bir eğitim atılımına bırakın destek olmayı, bu gibi düşüncelerin önüne geçmek için her şeyi yapıyorlar ve bundan sonra da yapacaklardır. Zaten asıl savaşımız da bu kişilere ve sisteme karşıdır/olmalıdır. Bu yüzden; soran, sorgulayan ve toplumsal ortak fayda ideali ile yaşayan milyonlar yetiştirmek en büyük hedefimizdir. Bunun için de eğitim şart! Fakat öyle basmakalıp, gelişigüzel bir eğitim değil tabii bahsettiğim. Planlı, sistematik ve ülkenin her yerine yayılmış bilimsel bir atılımdan bahsediyorum.
Kendini geliştirebilmiş her Atatürk ve Cumhuriyet gencinin, insanının, aydınının görevi; kırsal kesimlerden başlayarak, çocukların ve gençlerin eğitimi ile köylerin gelişimi için çalışmak, oradaki insanların sorunlarının çözümü için uğraşmak olacaktır. Bilimsel ve sistematik bir şekilde, ülkenin her yerine yaydığımız bir eğitim modeli ile yetiştirdiğimiz milyonlarca genç, ülkemizin ve geleceğimizin kurtuluşu olacaktır. Bu atılımı yapmadığımız, yapmakta geç kaldığımız her dönem; daha fazla yozlaşmaya ve sömürüye maruz kalacağız. Bu sebeple de atılacak her adım, ivedilikle ve de sağlam bir şekilde atılmalıdır.