Gözlerinde siyah gözlükler,
Ellerinde bond çanta,
Siyah takım elbiseli,
Bakımlı ve ilgi çeken gizemli insanlar...
Bu saydıklarımız filmlerde yer alan ajan modelleriydi.
Şimdi ise durum çok farklı.

Tarihin aydınlatılmayı bekleyen koridorlarında yürüyen, isimleri nadiren açık edilen, yüzleri genellikle bilinemeyen bir grup insan vardır. Onlar savaşmadan savaş açan, konuşmadan bilgi alan, varlığı ve etkileri göz ardı edilemeyen aktörlerdir.

Soğuk Savaş’ın alışılagelen ajanları...
Tren garında el değiştiren zarflar, ceket cebindeki mini kameralar.
Bunlar artık nostaljik görüntülerden ibaret.
Bugünün ajanları bir gazeteci olabilir, bir akademisyen olabilir, hatta bir milletvekili bile olabilir. Çünkü artık casusluk yalnızca bir istihbarat faaliyeti değil; çok daha karmaşık, çok daha sivil, çok daha “içeriden” yürütülen bir süreç haline gelmiş gibi görünmektedir.

Bu noktada en çok konuşulması gereken konulardan biri de siyasettir.
Siyaset arenası dış güçlerin en etkili alanı hâline gelebilmektedir. Bu güçler doğrudan devletler olabilir, çok uluslu çıkar odakları olabilir, hatta bazı uluslararası STK’lar ya da medya konsorsiyumları da bu denklemde yer alabilir. Ne yazık ki zaman zaman bazı siyasetçiler bu yapıların etkisine açık hale gelebilmektedir.

Bu durumun en tehlikeli boyutu ise ajanların artık yalnızca bilgi taşımaz; politika üretir, yön verir, hatta yasa teklifleri hazırlayacak kadar merkezde konumlanabilir olmasıdır. Bu, klasik anlamdaki casusluktan çok daha ileri bir düzeydir. Burada hedef, sadece bilgi toplamak değil; doğrudan ülkenin yönünü, rotasını, istikametini değiştirmektir.

Halkın oyları ile seçilmiş temsilcilerin, perde arkasında başka bir ülkenin ya da dış odakların direktifleriyle hareket etmesi; bunu yaparken de “halkın çıkarı” kisvesi altında kendi gündemini meşrulaştırması, demokrasiye vurulabilecek en büyük darbelerden biridir.

Bu tehlikeyi daha net anlatabilmek için tarihi kısaca hatırlayalım.

Ukrayna'da yaşananlar, siyasi ajanların ve dış müdahalenin nasıl çalıştığını çarpıcı şekilde gözler önüne sermektedir. 2014 yılında başlayan Meydan olayları, halk hareketi gibi görünse de zamanla Batı ve Rusya ekseninde sert bir jeopolitik savaşa dönüşmüştü. İki taraf da medya, STK’lar ve siyasi yapılar üzerinden güç mücadelesi verdi. Sonuç olarak, bölünmüş bir ülke, parçalanmış bir toplum ve kanlı bir savaş oldu.

Türkiye’de ise darbe girişimleri, dış güçlerin içeride nasıl bir “siyasi yapılanma” oluşturabildiğinin en somut ve acı örneğidir. Devletin tüm kurumlarına sızan, toplumun güvenini istismar eden bir yapı veya yapılar, dışarıdan aldığı emirlerle içeride darbe yapmaya kalkışmışlardır. Bu, sadece bir güvenlik zafiyeti değil; siyasi ajanlık faaliyetlerinin de geldiği noktaların göstergesiydi.

Ayrıca geçmişte bazı siyasi yapıların veya aktörlerin yabancı fonlarla kurduğu temaslar, zaman zaman medyaya yansımaktaydı. Bu tür bağlantılar, “sivil toplum” maskesiyle yürütülen ama aslında dış politik ajandaların parçası olan çalışmaları görünür kılıyor.

ABD'deki “Rusya soruşturmaları”da ilginç bir örnektir. Trump yönetimi döneminde, Rusya'nın 2016 başkanlık seçimlerine sosyal medya ve içeriden kişiler aracılığıyla müdahale ettiği iddiaları, sadece gelişmekte olan ülkelerin değil, süper güçlerin bile bu tarz nüfuz operasyonlarına karşı ne kadar savunmasız olduğunu ortaya koymaktadır.

Son dönemde İran’da üst düzey devlet görevlilerinin ABD tarafından öldürülmesi de ajan faaliyetlerin etkisini oldukça güçlü göstermiştir.

Siyasi ajanlık faaliyetleri, yalnızca devlet kurumlarının mücadele edeceği bir mesele değildir. Çünkü artık bu faaliyetler, sıradan vatandaşın cebindeki telefona kadar inmiş durumda olabilir. Peki birey olarak ne yapabiliriz?

Her gördüğümüz haberi, her duyduğumuz bilgiyi paylaşmadan önce kaynağını sorgulamalıyız. Kim yayınlamış? Ne amaçla servis edilmiş? Gerçek mi, yoksa algı mı? Bilgi çağında en büyük silah, “doğru gibi görünen yalanlar”dır.

Sahte hesaplar, manipülatif videolar, yapay zekâ destekli propaganda araçları artık günlük hayatın bir parçası olarak görülmektedir. Bunları fark edebilmek için dijital medya okuryazarlığı eğitimi almak, herkes için hayati bir ihtiyaç haline gelmiştir.

Sivil toplum faaliyetleri önemlidir; ancak bazı yapılar, yabancı devlet veya kuruluşlardan fon alarak siyasi manipülasyon yapabilmektedir. Hangi yapıların kime hizmet ettiğini öğrenmeye çalışmamız gerekmektedir.

Bir siyasetçinin söylemleri, bağlantıları ve tavırları, kimi zaman onun kim adına konuştuğunu gösterebilmektedir. Milli duruş, sadece nutukta değil, davranışta da kendini belli edebilmektedir.

Kutuplaşma, siyasi ajanların ve dış güçlerin en sevdiği iklimdir. İnsanlar birbirine düşman oldukça, dış müdahaleye zemin daha kolay hazırlanmaktadır. Aklımızı, vicdanımızı ve eleştirel düşüncemizi kaybetmemeye özen göstermeliyiz. Gördüğümüz yanlışlara karşı ses çıkarmalıyız. Soru sormaktan çekinmemeliyiz.


Günümüz dünyasında bir ülkenin geleceği, sadece tanklarla, uçaklarla değil; algı oyunları, medya stratejileri ve içerideki siyasi ajanlar şekillendirilebilmektedir. Unutmayalım ki: Demokrasi, sadece sandığa gitmekle değil, daima gerçeği savunmakla yaşar.