Yaz ayları geldiğinde Türkiye’nin dört bir yanından yükselen dumanlar artık sadece bir çevre felaketini değil, aynı zamanda toplum vicdanını da yakıyor. Ormanlarımız yanarken sadece ağaçlar değil, umutlar da küle dönüyor. Ormanda yaşayan canlılar yok oluşu ise vicdanlarımızı sorgulatıyor. Her yıl benzer manzaralar, benzer açıklamalar, benzer sözde önlemler… Ama değişmeyen bir şey var: Yangınların ardından gelen “imar planları”.

Orman yangınları doğal afet midir, yoksa organize bir rantsal katliamın ilk adımı mı? Bu soru artık sadece çevrecilerin değil, halkın da gündeminde yer alıyor. Çünkü geçmişte yanan pek çok ormanlık alanın bir süre sonra otel, villa ya da turizm tesisi olarak karşımıza çıkması tesadüf olamayacak kadar sık yaşanıyor.

Yangından hemen sonra yapılan açıklamalarda “Bu alanlar yeniden ağaçlandırılacaktır” deniyor. Ne var ki, zaman geçtikçe bu sözler unutuluyor. Bir bakıyoruz, “turizm teşvik bölgesi” ilan edilmiş; bir bakıyoruz, “kamu yararı” gerekçesiyle yapılaşma izni verilmiş. Ağaçlar yok, kuşlar yok, orman yok… Ama tabelalar var: “Satılık arsa”, “Denize sıfır villa”, “Doğayla iç içe tatil köyü”…

Devletin asli görevi, doğal varlıkları korumaktır. Ormanlar anayasa gereği devlete aittir ve orman vasfını kaybeden alanların tekrar ağaçlandırılması gerekir. Ancak bizde, ormanların değil ranta açılan arazilerin gölgesinde büyüyor siyaset. Yangının faili meçhul kaldığı her olay, aslında faili malum bir düzene işaret ediyor.

Elbette her yangının ardında rant yoktur. Elbette iklim krizi, ihmaller, sabotajlar gibi birçok etken yangınlara neden olabilir. Ancak halkın devlete olan güvenini zedeleyen şey, yangından sonra olup bitenlerdir. Önce orman yanar, sonra hafıza. Toplum bu döngüye hapsolmuş durumda.

Artık sorumluluk sadece yetkililerin değil, tüm toplumundur. Her orman yangınında ses çıkarmayan, her “imar izni” kararına sessiz kalan bir toplum, gelecekte gölgesinde dinlenecek bir ağaç bile bulamayabilir.

Unutmayalım: Yanan sadece orman değil, geleceğimizdir. Ve biz, bu geleceği rant uğruna yakılmaya teslim etmemeliyiz.

Son söz Ulu Önderimizden:

“Ağaçsız orman ve ağaçsız toprak vatan değildir. Eğer vatan denen şey kupkuru dallardan, taşlardan, ekilmemiş alanlardan, çıplak ovalardan, kentlerden, köylerden oluşmuş olsaydı, onun zindandan hiçbir farkı olmazdı”