Ekonomi çökerken, adalet erirken, eğitim delik deşik olurken bile değişmeyen bir bağlılık var: Erdoğan sevdası. Bu sevda, yalnızca bir siyasi tercih değil; ezilmişliğin rövanşı, kahraman yaratma arzusu ve toplumsal bir hummanın dışavurumu. Bu basit bir politik bağlılık değil; yılların biriktirdiği öfkenin rövanşla karışmış hali. Yıllarca hor görüldüğünü, ötekileştirildiğini düşünen geniş kitleler, Erdoğan’ın sarayda oturmasını kendileri oturuyormuş gibi hissediyor. Eşi 40 bin Euro’luk çanta taksa da mesele olmuyor; aksine, “bizimkiler de yapabiliyor” diyerek gurur duyuyorlar. Bu, tam anlamıyla bir özdeşleşme psikolojisi.

Ekonomi mi? O da ne? Normal şartlarda iktidarı yerinden edecek ekonomik kriz, Erdoğan sevdasında en ufak bir gedik açmıyor. Market fiyatları yangın yerine dönmüş, emekliler pazara çıkamaz hale gelmiş; ama sokak röportajlarında hâlâ şu sözleri duyuyoruz:
“Ben açım ama reis tok, bana yeter.”
“Patates 50 lira olmuş, dış güçler yaptı. Biz yine reisin yanındayız.” 2023 seçim sonuçları da bunu teyit etti. Krizin en sert döneminde bile Erdoğan, hâlâ geniş seçmen desteğini arkasında tuttu. Çünkü mesele ekmek değil, mesele gurur.

Erdoğan sevdası, aynı zamanda “kendi kahramanını yaratma” arzusunun ürünü. Atatürk’ün ulaşılamaz figürü, yıllarca tek kahraman olarak kaldı. Bugün Erdoğan, “bizim de kahramanımız var” diyen kitleler için yeni bir idol. Bu kahramanı koruma içgüdüsü öyle güçlü ki, ülkenin satılması, doğanın talanı, gençlerin geleceksiz bırakılması bile görmezden gelinebiliyor. Çünkü liderin kusuru, kendi kusurlarıyla özdeşleşiyor. Bu sebeple de eleştiri kabul edilmiyor.

Sokak röportajları, bu hummanın en canlı laboratuvarı. Emekli maaşıyla geçinemediğini söyleyen bir vatandaş, “Ama reis dik duruyor” diyebiliyor. Üniversiteyi kazanamayan bir genç, “Dış güçler yüzünden oldu, reis zaten uğraşıyor” diyebiliyor. Sosyoloji bu durumu “karizmatik liderlik kültü” diye tanımlar. Weber’in dediği gibi, liderin olağanüstü özellikleri olduğuna inanılır ve seçmen, kendi yoksulluğunu bile bu inancın yanında önemsiz görür.

Bu tablo karşısında muhalefet, ne söylerse söylesin boşa düşüyor. Ekonomi, hukuk, özgürlükler… Bu kavramlar, Erdoğan seçmeni için bir değer taşımıyor. Çünkü oy vermek artık politik bir tercih değil, bir kimlik beyanı. Muhalefetin mesajları “hainlik” ya da “inançsızlık” olarak algılandıkça da, aradaki uçurum büyüyor. O yüzden, ekonomik kriz muhalefete seçim kazandırmıyor; çünkü kriz, “dış güçlerin oyunu” olarak kodlanıyor.

Soru şu: Bu bağlılık nereye kadar sürecek? Büyük bir ekonomik buhran, belki bir noktada sorgulama yaratabilir. Ama tarihsel örnekler, böyle lider sevdalarının kolay kolay çözülmediğini gösteriyor. Çünkü bu bir aşk değil; bir hummadır. Ve hummalar akılla değil, duyguyla beslenir.

Bugün Türkiye’nin en çarpıcı gerçeği, Erdoğan sevdasının hâlâ diri olmasıdır. Aç kalan emeklinin, işsiz kalan gencin, borca batmış esnafın bile “reis” diyerek oy vermesi, bu sevdanın rasyonel sınırları çoktan aştığını gösteriyor. Bu hummanın tedavisi, ne asgari ücrete zamla ne de market raflarının ucuzlamasıyla mümkün. Çözüm, kimseyi ötekileştirmeyen bir demokrasi inşa etmekten geçiyor. Yine de unutmamak gerekir ki; liderler gider, krizler biter. Fakat toplumun içindeki bu hummayı iyileştirmediğiniz sürece, yeni bir “reis” hep çıkacaktır.