Hayatın akışı çoğu zaman bizi sürükler. Günler, haftalar birbirine karışırken; rutinler, alışkanlıklar, koşuşturmalar arasında çoğu şeyi fark etmeden yaşarız. Oysa farkındalık, yaşamanın özüdür. Gözümüz açık olabilir, ama gerçekten gördüğümüzü söyleyebilir miyiz?

Farkındalık, sadece gözle değil, kalple de bakabilmektir. Kaldırım kenarındaki bir çiçeği, omuzumuzdaki yorgunluğu, karşımızdakinin gözlerindeki hüznü fark edebilmek... Kendimizi, çevremizi, yaşadığımız anı anlamaya çalışmakla başlar bu yolculuk. Ve bu fark edişler, bireyi dönüştürdüğü kadar toplumu da dönüştürür.

Toplumsal olaylar karşısında gösterdiğimiz tepkiler, çevreye duyarlılığımız, çocukların gözündeki merakı görebilmek; hepsi farkındalıkla mümkündür. Mersin’in sokaklarında yürürken çevremizdeki yaşamı ne kadar hissediyoruz? Denizin kıyısında birikmiş atıkları, kaldırımda uzanmış bir sokak hayvanını, sokakta oyun oynayan çocukların kahkahasını… Bunlar sadece görüntü değil, birer çağrıdır aslında. Görmemizi, hissetmemizi, düşünmemizi ister.

Farkındalık sadece dış dünyaya değil, iç dünyamıza da dönük bir aynadır. Ne hissediyoruz? Ne yaşıyoruz? Ne istiyoruz? Günün bir anında durup bu soruları kendimize sormak bile bizi kendimize yaklaştırır. Çünkü farkında olmak, bilinçli yaşamaktır.

Bugün belki birkaç dakikalığına ekranlardan, seslerden, koşuşturmalardan uzaklaşıp bir pencere açalım kendimize. Duyalım, görelim, hissedelim. Çünkü değişim, fark etmekle başlar. Ve bir toplumun uyanışı, bireyin kendi gerçeğini görmesiyle mümkün olur.

Yeni bir gün, yeni bir farkındalık dileğiyle…