Torosların eteklerinde bir türkü yankılanır hâlâ...
Karacaoğlan söyler, Karacakız dinler.
Söz, sevdanın gölgesinde serinler.
Gönül, dağ yollarında yitip giden bir bakışı arar.

Anadolu halk şairliğinin zirvesi Karacaoğlan, yalnızca bir saz ustası değildi. O, yaşadığı toprakların, gezdiği yörük obalarının, sevdiği kadının sesiydi. Karacakız ise bu sevdanın simgesi… Güzelliğiyle değil sadece; uğruna yakılan dizelerle, içinde yaşadığı coğrafyanın efsanevi bir parçası oluşuyla hafızalarda yer etti.

“İncecikten bir kar yağar / Tozar Elif Elif diye”
diye başlayan o dizeler, Karacaoğlan’ın dilinden dökülen her sözcük Karacakız’a varır. Çünkü Karacakız, onun gözünde sevdanın en yalın, en dokunaklı halidir.

Yıllar sonra, bu ölümsüz aşkı yaşatmak için bir heykel dikildi Mersin’e. Fikri Sağlar’ın Kültür Bakanlığı yaptığı, benim de İl Kültür Müdürü olduğumuz o dönemde... Bu heykel, sadece iki insanın aşkını değil, halk edebiyatının bir değerini, bir kültür mirasını temsil ediyordu. Kaidesinde hak ettiği gibi yazıyordu:
"Bu heykel Kültür Bakanlığı tarafından yaptırılmıştır."

Ne var ki, zamanın eliyle yer değiştirdi heykel...
Ve yeni kaidesine yeni bir yazı kazındı:
"Mersin Büyükşehir Belediyesi"

Oysa bir yapının yerinin değişmesi, onu var edenlerin izini silmemeli.
Tarih, kimin taşı koyduğunu unutmaz.
Kültür, ancak hatırlanarak yaşatılır.

Bu heykel, Karacaoğlan ile Karacakız’ın gönül hikâyesini taşıdığı kadar; onu ortaya koyan bir dönemin vizyonunu da yansıtır. Bir Bakan’ın kültüre duyduğu saygıyı, bir Müdür’ün yerel hafızaya kattığı emeği anlatır. İşte bu nedenle, o kaidede asıl yazması gereken, ilk sözün sahibidir.

Karacaoğlan der ki:
"Karacaoğlan der ki şimdi neyleyim / Gönül sevdiğini elde tutamaz"

Ama biz biliyoruz ki, bazen gönül sevdiğini bir heykelle, bir şiirle, bir anıyla tutar. Ve o gönül, doğruları söylemekten de geri durmaz.

Bir güzel sevdim ki devletli olur / Elvan elvan nakış nakış donanır
Herkes bakar amma kimse almaz / Karşı yaylasında Karacakız görünür...

Karacaoğlan’ın dizelerinde Karacakız bazen bir yaylanın çiçeği, bazen göç yollarında siluet gibi görünen bir hayal olur:
İki dağın arasında gördüm bir güzel gezerdi / Gönlüm hep onda kalırdı, gözüm gökte süzülürdü...

Ve onun aşkı, sanki bir tür kader gibi yazılmıştır alın yazısına:
Nice yıldızlar kaydı geceler boyu / Ben seni ararken yitirdim uykuyu
Ne bir selam kaldı, ne bir iz yolda / Karacakız, beni dağda bıraktın soğukta...

Karacaoğlan’ın diliyle Karacakız, yalnızca bir sevgili değil, aşka dair söylenen her sözün adı olur:
Sen bir ceylan olsan ben de bir avcı / Vursam seni dağlar ile taş ile
Urup da getirse sam yeli beni / Yine de vazgeçmem Karacakız’ı sevmekten...

Bu aşk, toprağın diliyle konuşur, rüzgârla taşınır, türkü olur obadan obaya yayılır.

Ve şimdi, Mersin’in bir köşesinde yükselen bu heykel, hem Karacaoğlan’ın dizelerine, hem Karacakız’a duyulan sevdaya, hem de kültüre verilen değere bir nişanedir.
İşte bu yüzden, bu heykelin kaidesinde yazması gereken yalnızca “kimin koyduğu” değil, “ne için konduğu”dur:
Aşk için…
Halk için…
Kültür için…