Mükemmellik Yarışı ve Zihinsel Yorgunluk
Her sabah uyanır uyanmaz başlayan o sessiz yarışa aşinayız: Daha başarılı olmak, daha güzel görünmek, daha üretken hissetmek, daha “doğru” yaşamak… Gündelik hayatın görünmez kuralı, “en iyi” olmak zorunda olduğumuz inancı üzerine kurulu. Sosyal medyanın parıltılı yüzleri, “asla yorulmayan” profesyoneller, “her şeyin en doğrusunu bilen” ebeveynler ve “kusursuz” yaşamlar, bize devamlı olarak yetersiz olduğumuzu fısıldıyor. Böyle bir dünyada "elinden geleni yapmak" bir tembellik ya da vazgeçiş gibi algılanabiliyor. Oysa psikoloji bilimi bize aksini söylüyor: Mükemmeliyetçilik, çoğu zaman gelişimin değil, tükenmişliğin habercisidir.
Mükemmeliyetçilik; yüksek hedeflerle yaşamak değil, hata yapma korkusuyla felç olmak demektir. Bu bakış açısı, hem kişinin içsel huzurunu bozar hem de üretkenliğini azaltır. Bir şeyi “kusursuz” yapma çabası, bazen o işe hiç başlamamaya neden olur. İşte tam da bu yüzden, birey zihninin ve ruhunun ihtiyaç duyduğu yaklaşım, kendine şefkatle yaklaşmak ve elinden gelenin en iyisini yeterli görmekten geçer. Mükemmeli ararken kişinin kendi sınırlarını görmezden gelmesi, zamanla anksiyete, depresyon ve tükenmişlik gibi psikolojik sorunların kapısını aralar.
Mükemmeliyetçiliğin Görünmeyen Bedelleri
Psikolojik araştırmalar, mükemmeliyetçiliğin sanıldığının aksine motivasyonu artıran değil, baskı yaratan bir tutum olduğunu gösteriyor. Özellikle çocuklukta “başarının sevgiyle eşleştiği” aile ortamlarında büyüyen kişilerde, kendi değerini sadece performansla ölçme eğilimi gelişiyor. Bu insanlar yetişkin olduklarında, bir işi yaparken keyif almak yerine, hata yapmamak için kaygı duymaya başlıyor. Oysa hata yapmak, gelişimin kaçınılmaz bir parçasıdır. Bunu reddetmek, gelişimin kendisini reddetmektir.
“Mükemmel olmak zorundayım” inancı, insanı ya devamlı ertelemeye ya da yoğun bir öz eleştiriye iter. Erteleme çoğu zaman tembellik olarak algılansa da, psikolojide bunun temelinde başarısızlık korkusu yatar. Yani insan aslında tembel değildir; yalnızca yaptığı işin yeterince iyi olmayacağından korktuğu için başlamaya cesaret edemez. Bu durum bir süre sonra insanın kendilik algısını zedeler. “Yeterince iyi değilim”, “Ne yaparsam yapayım eksik kalıyorum” gibi iç sesler giderek artar. Tam da burada “mükemmeli değil, elinden geleni yap” yaklaşımı devreye girmelidir.
Bu yaklaşım, insanın çabasını merkeze alır, sonucunu değil. Psikolog Kristin Neff'in çalışmalarında sıkça vurguladığı gibi, öz şefkat göstermek yani kendine anlayışla yaklaşmak, kişisel gelişim için zemin oluşturur. Bir insanın “Ben elimden geleni yaptım” diyebilmesi, sorumluluktan kaçmak değil, sınırlarını tanımak ve kendini kabul etmek anlamına gelir. Bu kabul, kişinin motivasyonunu artırır; çünkü insan, yalnızca başarıyla değil, çabayla da değerli olduğunu hisseder. Elinden geleni yapma yaklaşımı, bireyi kusurlarıyla birlikte sevmeye davet eder.
Sonuç: Elinden Gelen Yeterlidir Çünkü kişi Yeterlidir
Birey olmak, kusurlarla yaşamaya gönüllü olmaktır. Mükemmeli hedeflemek değil, sürece sadık kalmak kişiyi güçlendirir. Psikolojik sağlamlık, insanın hatalar karşısında yıkılmaması, tekrardan denemeye cesaret edebilmesiyle ilgilidir. Elinden geleni yapmak; yetersizlik değil, cesaret göstergesidir. Çünkü bu tutum, hatayı da, başarıyı da birer öğrenme süreci olarak gören sağlıklı bir zihinsel yapı gerektirir.
Yaşam, bir maraton değil, inişli çıkışlı bir patika yoludur. Her adımda aynı hızda, aynı tempoda gitmek mümkün değildir. Bazı günler yalnızca ayağa kalkmak bile büyük bir başarıdır. Kimi zaman sadece nefes almak, kalabalık içinde kendini duyabilmek, hislerini fark etmek en değerli çabadır. “Bugün elimden bu kadarı geldi” diyebilmek, özgürleştirici bir cümledir. Çünkü bu cümle, insanın kendisiyle barıştığını, kendine düşman değil yoldaş olduğunu gösterir.
Psikoloji bize gösteriyor ki, sürdürülebilir bir ruh sağlığı için kişinin kendi sınırlarını kabul etmesi şart. Toplum olarak artık başarıyı yalnızca sonuçla ölçmeyi bırakmalı, çabayı da alkışlamayı öğrenmeliyiz. Öğrencinin aldığı not kadar, gösterdiği çaba da değerlidir. Çalışanların yalnızca üretimi değil, ruhsal dengeleri de gözetilmelidir. Ebeveynler çocuklarına “en iyisi” olmayı değil, “ellerinden geleni yapmayı” öğretmelidir. Çünkü fakat böyle bir toplumda hem insan hem de kolektif bilinç sağlıklı olabilir.
Sonuç olarak, mükemmeli ararken kendimizi kaybettiğimiz bu çağda, belki de en devrimci cümle şudur: “Mükemmeli değil, elimden geleni yapıyorum.” Bu cümle bir vazgeçiş değil; bilgece bir seçimdir. Kendine saygının, öz şefkatin ve gerçek başarı tanımının ifadesidir. Unutmayalım; kişi , fakat kendi sınırlarını tanıdığında onları aşabilir.