Alışverişe çıktık. Kaldırımdayız. Sağlı-sollu aradığımız ürünün olabileceği mağaza-ları bulmaya çalışıyoruz…

                İstekle ve zevkle bakınmaya başladık. Sonra sinirlenmeye başladım… Artık kızıyordum…

                Mağazaların tanıtım tabelalarında yazılanları anlayamıyorduk. O mağazada hangi ürünlerin satıldığını, tanıtımının yapıldığını, ya da ne işler yapıldığını anlayamaz olduk. Artık eşimle birbirimize sormaya başladık. Yakıştırmalar yapmaya koyulduk…

                “Nedir bu şimdi? Burası neresi?” diye sorduktan sonra isyan etmeye başladım;

Hani burası Atatürk’ün, sonsuza kadar sahiplenmemizi istediği Türkiye Cumhuriyeti idi?

Hani hepimiz Atatürkçü idik?

Ne mangallarda kül ne dimağlarda sözcük ne kitaplarda bilgiler bırakıyorduk?

Hani savunucusuyduk Atatürk İlkelerinin?

Oysa ne diyor kurucu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk DİL konusunda?

                “Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir.”

                “Türk dili dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil, şuurla işlensin.”

                “Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

                “Ana dil” kavramına nasıl şekil veriyoruz ki salkım saçak savruluyoruz her yana?

                Dil bilimcilerin kanıtlarını neden hasır altı ediyoruz da sömürgen ABD’nin “Dünya dili” diyerek dayattığı İngilizce için hevesleniyor ve baş tacı yapıyoruz?

                Haa bu arada yabancı dil ÖĞRENMEK ile yabancı dil ile EĞİTİM görmek konularını birbirinden ayıralım. Ayıralım ki ana dilimizi sahiplenip geliştirirken istediğimiz kadar da yabancı dil öğrenebilelim!

                Ulusalcı olmak, Atatürk Milliyetçisi olmak, bağımsızlıkçı düşünmek için Türkçeyi sahiplenmek, geliştirmek, ilk sıraya koymak, ilk görevimiz değil mi?

                Atatürk’ün dediği gibi, dilimizi yabancı diller boyunduruğundan kurtarmak görevimizi unuttuk mu yoksa?

                Ya da dünyanın baş sömürgeni ABD’nin dili bize cazip mi geliyor? Kendimizi tam olarak ifade edemesek de “İngilizce biliyor” sanılmamızı mı önemsiyoruz?

                Bir dönem “Gardırop Atatürkçülüğü” diye bir tanımlama vardı. Bence şimdi o gardırop kocaman oldu… Evlere sığmıyor… Salonlara taştı… Ülkeyi sarmaya başladı…

                Mademki Atatürkçü olmak, yine Atatürk’ün söylediği gibi O’nun yüzünü görmek demek değildir, o zaman yine O’nun dediği gibi işaret ettiklerini yapalım! Gösterdiği yoldan gidelim! Verdiği ödevleri yapalım!

                Ne kafa karıştıralım ve ne de kafamızı kuma sokalım…

                Dilimizi yabancı diller boyunduruğundan kurtaralım!