Bazı günler vardır, güne başlarken havada bir ağırlık hissedersiniz. Sanki daha kapıdan adımınızı atmadan o günün kolay geçmeyeceğini bilirsiniz. Telefon çalar, kötü bir haber gelir. İş yerinde bir aksilik olur, trafikte sıkışırsınız, faturalar birikir, beklediğiniz destek bir türlü gelmez. Ve işte o an gelir: “Her şey üst üste geliyor” dersiniz.
Bu cümle aslında sadece yorgunluğun değil, aynı zamanda yalnızlığın da bir dışavurumudur. Çünkü o anlarda insan, çevresinden bir destek, bir anlayış, bir omuz arar. Ama çoğu zaman ne zamanın ne de insanların buna ayıracak vakti vardır. Herkes kendi yükünü sırtlamışken, başkasının yükünü görmezden gelmek kolaydır.
Ama unuttuğumuz bir şey var: Üste üste gelen şeylerin her biri aslında birer sınav. Bu sınavlar; sabrımızı, dayanıklılığımızı, hayata olan inancımızı ölçüyor. Elbette hiçbirimiz sürekli güçlü olamayız. Herkesin tökezlediği, yorulduğu, sustuğu, içine kapandığı anlar olur. Ama o anları nasıl atlattığımız, nasıl ayağa kalktığımız belirler kim olduğumuzu.
Bazen hayat, üzerimize dalga dalga gelir. Biz de bir taş gibi o dalgalara direnmeye çalışırız. Ama belki de çözüm direnmek değil, su gibi akmaktır. Bırakmak bazı şeyleri, kabullenmek geçici çöküşleri, sonra yeniden toparlanmak...
Kabul edelim: Her şey üst üste gelebilir. Hatta bazen yere bile düşebiliriz. Ama yerden kalkmak, her zaman elimizde olan bir seçimdir. Yeter ki kendimizi yargılamadan, küçük görmeden, başkalarının gözünde tükenmeden yeniden başlama cesaretini bulalım.
Belki de bazen her şeyin üst üste gelmesi, içimizde unuttuğumuz gücü hatırlatmak içindir.