Bazı isimler vardır, tarih kitaplarında sıkça geçmez ama bir halkın belleğinde derin izler bırakır. Onları ne resmi törenlerde anarız ne de okul sıralarında öğreniriz. Ama bir gün bir anlatının içinde karşılaşır, yüreğimizin bir yerinde yer açarız onlara. Erem Esen, işte o unutulmuş ama unutturulamayacak isimlerden biri.
Kızıl saçlarıyla değil sadece, taşıdığı cesaretle, bilgisiyle, inadına umuduyla hatırlanması gereken bir kadın. İstanbul’un taş sokaklarından, Bükreş’in radyolarına uzanan bir yolculuk… Tıp fakültesinden devrim kürsüsüne, sürgünden akademiye uzanan bir ömür…
Tarih, sadece büyük kalabalıkların değil, sessiz ama sarsıcı adımların da izlerini taşır. Erem Esen, o izlerden biridir. Kızıl saçlarında bir inanç, yüreğinde halkı için atan bir devrim taşıdı. Sürgünle, baskıyla, uzaklıkla sınandı ama hiçbir zaman unutmadı kim olduğunu ve nereden geldiğini.
Bu yazı, onun direnişle örülmüş ömrüne bir selam duruşudur. Çünkü bazı hayatlar sadece yaşanmaz; anlatılır, aktarılır ve ilham olur. Unutulmuş olanı hatırlamak, sesi kısılanı duyurmak ve ilhamı diri tutmak için...
1951 yılının İstanbul’unda, üniversite koridorlarında yankılanan genç sesler arasında bir öğrenci vardı: Kızıl saçları omuzlarına dökülen, gözlerinde inancın ve cesaretin ışıltısını taşıyan Erem Esen. Silifke’nin sıcak topraklarından kopup İstanbul Tıp Fakültesi’ne gelen bu genç kadın, yalnızca insan bedeni üzerine değil, toplumun yaraları üzerine de düşünüyordu. O, yalnızca doktor olmak için değil, halkına daha iyi bir gelecek sunmak için yola çıkmıştı.
Bir gün, aldığı bir karar, hayatını tamamen değiştirecekti. Ülkedeki sosyalist hareketin içinde yer almak istiyordu. Düşünceleri, idealleri ve yüreğiyle Türkiye Komünist Partisi’ne katıldı. Tam o sıralarda, Paris’te büyük bir kongre düzenleniyordu: "Dünya İleri Gençlik Birliği" Kongresi. TKP, Türkiye’yi temsil etmesi için onu ve yine tıp öğrencisi olan Sevim Tarı’yı görevlendirdi. Paris’e gitmek, devrimci mücadelenin uluslararası boyutunu görmek, dünya gençliğiyle buluşmak Erem için bir hayaldi. Ama döndüğünde onu bekleyen sadece hayaller değil, zorlu bir mücadele de olacaktı.
Kongrede alınan kararlar, Türkiye’deki yoldaşlara ulaştırılmalıydı. Ama nasıl? Belgelere el konulursa ya da yakalanırsa ne olacaktı? İşte o zaman, hafızasının ne denli güçlü olduğunu gösterdi. 37 sayfalık kongre sonuç bildirgesini kelimesi kelimesine ezberledi. Beyninde bir arşiv gibi taşıdığı bu bilgilerle Türkiye’ye döndüğünde, her satırı partisine aktardı. Ancak ülkede solcu aydınlar için çember daralıyordu. Polis baskınları, tutuklamalar başlamıştı. Önce Sevim Tarı’yı, sonra ağabeyi Tütenk Esen’i aldılar. Sıranın ona geldiğini anladığında, dostları onu kaçırmak zorunda kaldılar. Kendi toprağından kopmanın, bilinmeze doğru yola çıkmanın ağırlığı omuzlarındaydı. ( Sevim Tarı, 1957 yılında Mihri Belli ile evlendi.)
Suriye üzerinden Romanya’ya geçtiğinde, onu karşılayan tanıdık bir yüz vardı: Nazım Hikmet. Büyük şair, genç kadını kucakladığında, ona burada da bir mücadele alanı açılacağını fısıldadı. Bükreş’te "Bizim Radyo “da spikerlik ve editörlük yapmaya başladı. Kendi sesini, Türkiye’deki yoldaşlarına ulaştırıyordu artık. Türkoloji eğitimi aldı, akademisyen oldu. Bir yandan radyoda Türkçe yayınlar yapıyor, bir yandan da edebiyat dünyasında yer edinerek çeviriler yapıyordu. Burada bir hayat kurdu; ünlü gazeteci Karol Roman ile evlendi ve bir kızları oldu: Deniz. Deniz, ileride sesiyle dünya sahnelerinde yankılanan bir opera sanatçısı olacaktı.
Erem Melike Roman, yalnızca bir devrimci değildi. O, kimliğini her yerde, her koşulda taşımış bir kadındı. Dilini, kültürünü, halkını hiçbir zaman unutmamıştı. Bükreş Üniversitesi’nde Türkoloji profesörü olarak nice öğrenci yetiştirdi. Yedi dili ana dili gibi konuşan bu güçlü kadın, ömrünü insanları eğitmeye, hakikatleri anlatmaya adadı.
Yıllar geçtikçe, onun hayatı Bükreş’te şekillenmeye devam etti. Akademik çalışmalarının yanı sıra, Türkiye ile bağını hiç koparmadı. Edebiyat çevirileri yaptı, şiirleri ve yazılarıyla Türkiye’deki dostlarına, öğrencilerine ulaşmaya devam etti. Nazım Hikmet için Romanya’da yayımlanan yazıları derledi ve “Şafakta Suydu Evler: Nazım Hikmet Romanya’da” adıyla bir kitap yazdı. Eşi Karol Roman ile Moskova’da Nazım Hikmet’in evinde birkaç kez görüştüler ve Nazım Hikmet ile röportajlar yaptılar.
Onun sesi, Bizim Radyo’nun dalgalarında yankılanırken, bir yandan da genç devrimcilere ilham vermeye devam ediyordu. Bükreş’teki Türk toplumunun gelişimine katkı sağladı, kültürel etkinlikler düzenledi. Türkiye’den gelen aydınlarla buluşmalar yaptı, onların sesi oldu.
Bugün "Kalbimizin Kızıl Saçlı Bacısı" Erem Esen, Türkiye’nin devrim tarihine derin izler bırakan bir isim olarak saygıyla anılmaya devam ediyor. Onun hikâyesi, yalnızca bir kadının değil, bir halkın mücadelesinin, inancının ve direnişinin de hikâyesidir. Onun yaşamı, her dönemde baskıya karşı direnenlerin, umudunu kaybetmeyenlerin ve hakikat uğruna mücadele edenlerin ilham kaynağı olmaya devam edecek.
Ateşin Kız Kardeşi
(Erem Esen’e ithaf)
Unutma bizi diyen gözlerle baktın
Beynin bir arşivdi yüreğin kalkan
Kurşun gibi taşıdın Paris’ten bildiriyi
Her harfi bir başkaldırı her satır isyan
Yandın da sönmedin sürgünle pişmişsin
Nazım’ın soluğu düştü alnına serin.
“Bizim Radyo ”da haykırdın karanlığı:
“Buradayız, buradayız ey zalimlerin kini!”
Kırdın zincirleri dillerde yedili ateş
Akademide bir kılıç gibi parlayan ses
Toprağını unutmadan dik durdun hep
Adaletin peşinde bir ömür dimdik tek
Şimdi soranlara adını verdiğimizde
Bir halk doğrulur küllerin içinden
“Erem Esen” deriz yankılanır dağlarda
Bir kadın ki susturulamaz hiçbir yürekten
Bugün onun adını anmak, sadece geçmişe bir saygı duruşu değil; aynı zamanda geleceğe tutulmuş bir ışıktır. Erem Esen’in hayatı, bizlere hatırlatıyor ki, bir insanın inancı, sesi ve direnci, sınırları aşabilir, dillerden dillere, kuşaklardan kuşaklara taşınabilir. Onun gibi insanların hikâyeleriyle büyür umut, onların bıraktığı izlerle yeşerir direnç.
Kalbimizin kızıl saçlı bacısına selam olsun...
Ve onun yolunu sürdürenlere...
· 17 Aralık 2018’de kaybettiğimiz 68 Kuşağı’nın önemli isimlerinden Yetil Özkan ile Silifke’de yaptığımız görüşmelerde onun anlattıklarından notlar almıştım. Bu yazı onun anlatılarından esinlenerek yazılmıştır. Yetil Özkan’ın ışığı sonsuz olsun.