Mersin Yenişehir’deki evimizden çıktık. Kısa süreli de olsa otoyolu tercih ettik. İki milyon beş yüz bin nüfus ve bir milyon iki yüz elli bin motorlu taşıt sahibi olan Mersin’de artık trafik, İstanbul, İzmir ya da Ankara sollamalarıyla devam ediyor…

Otoyoldan güneye doğru bakıyorum... Kısa sürdü otoyol veee “Muhteşem” görüntü açığa çıktı…Sahil boyu binalar arka arkaya üç-dört-beş sıralı olmak üzere dizilmişler. Önce “Diyarbakır surları gibi,” dedim eşime. Arkasından ekleme yaptım, “Ya da Çin seddi gibi.”

Abartı yok. Buralarda (Mersin, Adana, Gaziantep) oturanlar, yaz tatiline gelenler, Adana yolunu buradan çizenler bu gerçekliği, bu çarpıklığı, bu düzensizliği, bu abartıyı, bu yaşanılmazlığı çıplak gözleriyle görebilmekteler.

Deniz esintisi asla kuzeye çıkamıyor.

Limon, portakal, turunç bahçeleri yok artık!

Köylülük yok edildi. Devlet desteği yeterli değil. Üretim azalmaya devam ediyor. “Ağaç” arayacağımız günlere doğru hızla yol alıyoruz.

Bir tarafta da YOKLUK var! Hatta AÇLIK!

Ne oluyor? Neler oluyor?

Tekrar olacak ama gelecekte çimento, tuğla, kum ile mi besleneceğiz?

Ayrıca;

Bu setler kimler tarafından yapılıyor? Kimler alıyor? Kimler oturacak?

Giderken saymaya çalıştığım, sahildeki KIRK KATLI binaya nasıl izin verildi?

Sorumsuzluk, doyumsuzluk, yarını düşünmemek, çok sevdiğimizi söylediğimiz ancak görünen o ki bunu sadece sözle ifade ettiğimiz çocuklarımıza ve özellikle de torunlarımıza bırakacağımız Mersin böyle mi olmalı?

Turunçları kaldırımlara saçılan, limon bahçeleri sökülerek “Zevkli yaşam alanınız hazırlanıyor,” denilen, “Tavuklarınız rahatsız ediyor,” şikâyetleriyle üretimi engellenen, su kaynakları, hiç bitmeyecekmiş gibi harcanan, tatili, sadece denize girmek olarak düşünülen Mersin…

Böyle mi olmalı?

Tarihi, turistik, kültürel değerler böyle mi korunur?

Mersin’e böyle mi sahip çıkılır?

Portakal, limon kokan Mersin sokakları, caddeleri, kıyıları, Torosları taş ve beton yığınına dönmüştür.

Sadece güneyi mi? Elbette hayır!

Kuzeydeki yapılanmalar da otuz beş katlarla döşeniyor(!)

Kuzeyden ve güneyden batıya doğru adeta koşarcasına yığılıyor taşlar, betonlar, tuğlalar, demirler, saclar…

“Dur!” demek kimin ya da kimlerin görevi?

Durduracak güç kim ya da kimler?

“Seyredecek” birileri olur mu?

“Bekleyelim,” diyeceğim ama bekleyecek zaman da yok durum da…

İlgililere ve bilgilerinize.